Rey'in ruhu aynadan tuhaf tuhaf bakıp ardından nefret dolu bir sesle tıslamaya başladı. Hana'nın kim olduğunu bilmiyordu ve kendisinden habersiz buraya gelmesi, kendisini tehlike altında hissettirmişti.
"Sakin ol. Bu ustam Hana." diyerek ruhuna ustasını tanıttı. Ruhu ise bu sefer 'hmmp' sesi çıkarıp arkasını döndü. Rey'in kendi adını bilmeyip de başkasının adını bilmesine triplenmişti. Tabii ki de Rey ne olduğunu anlayamadı.
Hana Rey'in ruhuna bakarken tuhaf hissediyordu. Hisleri tehlike altındaymış gibi kabarmıştı ki bu da kendisini şaşırtmıştı. Kendisinin ruh gelişimi Rey'in kat kat üstünde olmasına rağmen tehlikede hissetmesi tuhaftı. Ancak sebebini de bilmiyordu. Ruhlar karmaşık varlıklardı. Her birisinin kendisine ait kökeni olurdu. Lakin bu köken ruh, Dao Ruhu aşamasına ulaşmadan önce açığa çıkmazdı.
"Sizin izniniz olmadan buraya geldiğim için özür dilerim. Rica etsem, adınızı bahşeder misiniz?" derken saygıyla ruh aynasının önünde eğildi. Rey'in ruhu ise sonunda adının sorulmasına sevinerek küçük bir çocuğun neşesiyle Hana'ya döndü. Bu sırada Rey'e ters bir bakış atmayı da ihmal etmemişti. "Adı mı? Ruhların isimleri mi var?" öyleyse neden ruhu kendisine adını söylememişti? Bu kadar bilgisiz olması moralini bozuyordu.
"Elbette var. Sonuçta onlar da canlılar ve zekaya sahipler." Hana, Rey'in daha ruhunun adını bilmemesine şaşırmıştı. Rey bunun üzerine ruhuna dönerek, "Adını bana ne zaman söylemeyi düşünüyordun?" diye sordu. Ruhu ise 'sormadın ki' dercesine omuz silkti. "Adın ne?" sormaması kendi suçuydu. Bunu akıl edememesi yüzünden kendisine kızmıştı. Ruhu ise tuhaf tıslamalar eşliğinde güldü. Sonunda sahibinin adını sormasına sevinmişti.
Ruhu gülmeyi bıraktığında elini aynaya koydu. Ardından da Rey'e baktı. Rey de ima edileni anlayarak elini aynaya koydu. Elleri karşılıklı geldiği an, hem ruh boşluğunda, hem de aynanın içinde şiddetli bir rüzgar ortaya çıktı. Rüzgar Rey'e ve ruhuna yumuşak bir hissiyat verse de, Hana aşırı şiddetli bir fırtınanın ortasında gibi hissediyordu. Sahip olduğu tüm gücü kullanarak bile zar zor ayakta duruyordu.
Adanın üstündeki kuru toprak havayı toza bulamıştı. Adayı kaplayan okyanus ise rüzgarın şiddeti yüzünden durgun yapısını kaybetmiş, devasa dalgalarla kalanmıştı. Yer yer ortaya hortumlar bile çıkıyordu.
Hana bütün bunların sebebini Rey ve ruhuna bakana kadar anlayamadı. İkilinin gözleri kapalıydı. Rüzgar ikizinin de üstünde olan kıyafetleri parçalamış, ikiliyi anadan doğma bir şekilde bırakmıştı. Gözleri kapalı olduğu için, ikisi de olan bitenden habersizdi. Onların tek hissettikleri kendilerini kaplayan 'nazik' rüzgardı.
Hana'yı şaşırtan şey ise, ikisinin de özel bölgesinin hemen üstünde duran, birbirlerine geçen garip çizgilerden oluşan semboldü. Sembol, grinin soluk bir tonunda parlıyordu. Parıltısı her saniye artıyordu ve artan parıltıyla ruh boşluğunu kaplayan kasırga eş zamanlı olarak kuvvetleniyordu. Bu kadarı da fazlaydı! Hana buna inanmayı reddediyordu. Aynı zamanda enerjinin çocuğu olup, yasaklı bir bedene sahipti. Üstüne buna da sahip olamazdı. Göklerin adaleti buna izin vermezdi. Öyleyse Rey nasıl üç özel etkene birden sahip olabiliyordu? Göklerin adaleti Rey'i görmüyor muydu? Bu ne biçim adaletti?
Hana'nın düşünceleri her geçen saniye birbirine karışırken, daha Rey'in neye sahip olduğunu düşünmeden edemedi. Bedeninin sakladığı daha kaç sırrı vardı?
İkilinin özel bölgesinin üstünde bulunan sembol, o kadar parlaklaşmıştı ki, Hana'nın gri parıltı haricinde bir şey görmesine izin vermiyordu. Parıltı Hana'ya saatler gibi gelen bir sürenin ardından durulduğunda, gördüğüne inanamadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mistik
FantasyRey, amcası olarak gördüğü Yuu tarafından, bir ağacın altında, sadece bir notla beraber terk edilmiş bir halde bulundu. Amcası ile beraber, Ami Krallığında dilencilik yaparak yaşıyordu. Ta ki hırsızlık yaparken köle tüccarlarının eline geçene kadar...