Kalimba'dan yükselen yumuşak tınılar zamanın içinden geçerken adım adım yüzümüz de acının izleri vardı. Göz bebeklerimiz de tanık olduğumuz vahşetin külleri uçuşuyordu. Kulaklarımız duyduklarından ötürü sağırdı her şeye çekip almışlardı yaşamın kılavuzunu elimizden sinsice.
Kalbimizin etrafını saran kemikler de boyanıyor geceye her attığında bulanıyor hüzne. Müzik Kader çizgisini bulmuş gibi hayat ölümcül noktamızı anlamış gibi vuruyor notaların üzerine.
Esareti takmıştım boynuma bu adamın bana verdiği uğursuz pusulayla kurtulamıyordum bu karanlık kuytudan. Aşk gönüllü içtiğim en tatlı zehirdi ölümüm beklediğimden geç geldi.
Saçların tarakta takılı kaldığı noktayı bulup kesmelisiniz elbette. Bu yüzden maharetli parmaklarıyla saçlarımı tararken ayakta duruyordum. Tarağın sivri dişleri saç derim de hafif bir sızı bırakırken çenemden tutup başımı kaldırdı.
Sehpasından çelik makası aldığında, yanan şöminenin alevleri mimiklerim de dans ediyordu. Saç kökünden alır gücünü hayvan güdülerinden çiçekler damarlarından insan ise yüreğinde atıp duran umutlarından.
Bana ait olan parçaların kesilip yerle bütünleşmesini göz ucuyla seyrediyordum. Bende ait olduğum yerlerde lodos çıktığında böyle yere çarpıyordum. Dizlerimin değil yüzümün üstüne düşüyordum hayatın hengamesine.
" Senin saçların yıldızların asılı durduğu gökyüzü," dediğinde Amir ılık nefesi boynumu okşadı, " Gözlerin yaratıcının kaleminden damlayan nur, dudaklarının tadı içimde çıkan bu yangına getirir sulh." derken burnunu köprücük kemiğime yasladı.
Saçlarımın uçları açıkta kalan tenime iğne gibi batarken yeni boylarına bakmak için elimle yokladım. Artık omuzlarıma dökülüyorlardı. Boynumun rahatladığını sezdim o dakika çünkü insanın boynundan kalkınca yükü hafifliyordu.
Önüme koyduğu boydan aynaya baktığımda yüzümü daha yuvarlak gösteren saçlarımı inceledim. Daha canlı gözüktüklerini söylemem gerekiyordu. Annemin saçlarına dokunuyor gibi onları sevdiğimde dudaklarım gülüşümle gerildi.
Sağımızdan vuran ateşin ışığı çehrelerimizi aydınlatırken denizlerden rol çalan gözleri laciverte yelken açmıştı. Üzerinde ince pamuklu bir gömlek altında ise paçaları yeri süpüren salaş kotu duruyordu.
Dizlerim de biten lacivert gecelik camın açılmasıyla oyana bu yana uçuşmaya başladı. Rüzgarın basıncına dayanamayan sadece cam değildi saçlarım da yüzümü okşuyordu.
Yeni yıkandıkları için şampuan kokusu sardığında etrafımızı yüzümü yavaşça Amir'e çevirdim. Parmak uçlarım elmas gibi parıldayan cildinde dolaşırken elinin birini uzatıp parmak uçlarımı öptü.
" Göğüs oluğuyla boynu arasında ki köprüye mahkemeyi kuran adam," diyerek elimi şakaklarına çıkardım," Kirpiklerin de bir kadını asıp kalemini burada kırdı." derken parmağımla iki defa oraya vurdum.
Alnımı çenesinin altına yaslarken ölümün kıyısına sığınıyordum. Kalbini dinlerken beni yok etmek için gelen atlıların sesini duymuş kadar oluyordum. Ben bu adamla her geçen gün eriyor ufalanıyordum.
Merhaba tatlı okuyucularım size bir süprizim olduğunu söylemiştim. Ve işte sözümü tuttum. İnanın yazarken çok duygulandım. Sizi de çekeceğine eminim. Hem Pusulanın bölümlerini düzenleyip hem de Tok tikera bölüm yazmak oldukça yorucu.
Lütfen oy ve yorumlarınızı benden esirgemeyin düzenlemeyi bir an önce bitireyim ikinci kitapta sizinle buluşayım. Seviliyorsunuz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PUSULA
Science FictionAşkın imkansızlığı kalplere dokunup, kimseyi bu kadar acıtmayacaktı. İntikamın soğukluğu damarlarınıza sokulup, sizi hiç böyle üşütmeyecekti. Ve olağanüstü yetenekler zaaflara kurban olurken, okurlar yerinde duramayacaktı. Mantığıyla aşk arasında...