✴️46.BÖLÜM✴️

19K 1.6K 1.6K
                                    

Merhaba değerli okuyucularım, uzun bir aradan sonra yeni bölümle karşınızdayım. Benim için yazması oldukça zor bir bölüm oldu ve duygusal kesitleri çok fazlaydı. Umarım okurken siz de benim kadar beğenirsiniz.

Birde arkadaşlar, bu bölüme 1000+ yorum ve 1000+ oy gelmediği müddetçe yeni bölüm yayınlamayacağım.

Keyifli okumalar, seviliyorsunuz.

------------------------------

Henüz, İstanbul'u tanımıyorken, tüm karmaşanın üzerime çullanmadığı zamanlardı. Havalanın da ilk defa onu gördüğüm de, sevememişti buz tutmuş yüreğim.

Güneşten sıcak kahve gözler bana değdiğinde, öfkeyle karışık bir şekilde tüm sinir uçlarım kaşınmıştı. İlk şaka yaptığın da güldüğüm de, her seferinde acılarla alay edecek bir yan bulduğunda, hayatı güldürerek katlanılır kılmaya çalıştığın da, hepsin de o benim en yakın arkadaşımdı.

Bir seneyi devirdiğim bu süreç içinde, annem ve babamla paylaşamadıklarımı paylaşmıştım onunla, belki de ilk defa insan olmayı öğretmişti o bana.

Kim bilir belki de yüreğimde filizlenip, gözlerimden taşan çığlıkların sesini duymuştu. Anne yokluğu çekmiş, yaramı yarasına denk getirmişti. Yine de en nihayetinde, bu karanlık ikimizden birini içine çekmişti.

Etrafımı bir kıkırtı sesi sarmıştı, Giray beni sırtlanmış kendi etrafında dönüyordu. Yüzümde ki uslanmaz gülüşle sıkıca sarılmıştım boynuna, saçlarım rüzgarla uçuşuyordu ve beyaz tenim soğuktan kızarmıştı.

Tüm bu anılar bir uğultu halinde beni içine çekerken, önce eğilip postallarımın bağcıklarını çözdüm. Teşkilatın sahilinde, yalnız başıma yağan kar eşliğinde deli denizi seyrediyordum.

Postalların yerini soğuk kumlar aldığın da, tüm vücudum irkildi. Daha sonra çorapları çekip çıkardım ve soğuktan moraran tenime baktım.

Üzerimde ki ceketi, kemeri hepsini donuk bakışlarla denizi seyrederken çıkardım. Gözümden süzülen bir damla yaşı elimin tersiyle sildim, usul usul beni hep çağıran fırtınaya ilerledim.

Gök metal bir griye dönmüştü, lacivert çizgiler bir damar edasıyla içini sarmıştı. Kasvet ruhumun kapılarında beklerken, öfkem inzivaya çekilmişti.

Saçlarım yüzümü döverken, önce ıslak kumlara battı ayaklarım daha sonra suya bulandı diz kapaklarım. Batmıştım bu cehennemde bende bilinmezliğe.Yok ediyordu, burası beni gün geçtikçe.

Köpürerek, devleşip üzerime gelen dalgaların gölgesinde elimde ki bez parçasını kaldırdım. Gözlerimin son gördüğü şey sonsuz bir lacivertti. Kumaşı sıkıca gözlerime bağlayıp, derin bir nefesin ardından suyun dibine daldım.

Soğuk su, vücudumu anlık bir felce uğratırken etrafım karanlıktı. Nefesim ciğerlerimde bitmeden, geçmiş geleceğe çelmeyi takmadan çıkmayacaktım. Arada dev dalgalar beni de kendiyle birlikte ileriye sürüklüyordu.

Anılarla aşınmış, arşivinde hiç boşluk kalmamış zihnimin duvarlarını görmeye başladım. Buna zaman yoksunluğu deniliyordu, bulunduğunuz zaman da nefes alamadığınız da işte böyle kaçıyordunuz.

Zihnimin ortasına bir sandalye koydum, yavaşça başımda ki lambayı yaktım. Karşımda tüm yaşananlar cirit atarken, sessizce bekliyordum.

Anılar rüzgar gibi yanımdan geçip gidiyordu ve asıl olanı arıyordum. Aile olmanın ne demek olduğunu öğrettiği anı, kardeşlik duygusunu tattırdığı saniyeyi ve gitmeden önce yüzüme attığı son bakışı.

PUSULAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin