Uzun bir bölüm yazdım, satır aralarına yorum yaparsanız sevinirim.
Lütfen oy vermeyi unutmayın.49. BÖLÜM "KALBİNİ AÇIP BANA GEL."
Bu hayatta canımızı herkesten çok yakanlar nedense hep en değer verdiklerimizdi.
Kırgındım...
Öyle gelip geçici bir kırgınlık değildi bu, kalıcıydı, denize girdiğimiz gecenin üstünden üç hafta geçmesine rağmen yerli yerinde duruyordu ve beni sessizleştirmişti. Cesur'la gerekmedikçe konuşmuyordum ve aynı odayı, yatağı paylaşıyor olsakta onu görmezden gelebiliyordum. Bana karşılık vermediği için canını böyle okuyordum.
Bu ağır bir cezaydı ve kırılan kalbimle eş değerdi.
Çünkü tüm sevgimi verdiğim adamdan birden uzaklaşıp hayatında yokmuş gibi davrandığımda yere çakıldı, bana alıştığından sessiz yokluğumda tutunacak hiçbir dalı kalmadı ve ben el uzatmadıkça istediği kadar denesin, didinsin tekrar ayağa kalkamayacaktı.
Onu böyle görmek beni üzüyor. Oysa bu his canımı yakmaktan çok hoşuma gitmeliydi.
Cesur'un tersinden kalktığı bir güne gözlerimi açmıştım, askılardan öfkeyle çıkardığı gömlekleri yere atarken dakikalardır söyleniyordu ve elbise dolabının altını üstüne getirdiğinden içimden ona küfürler ediyordum. Beni rahatsız etmişti, kasten yapıyordu damarıma basınca konuşacağımı düşünüyor.
Çok beklersin Cesur efendi, süründe aklın başına gelsin.
"Ben bu halde işe nasıl gideceğim!" Ona fark ettirmeden göz ucuyla baktım, sırtı bana dönüktü, elleri belinde, burnundan solarken üstündeki beyaz gömleğe bakıyordu. Gömlek o kadar kırışmıştı ki kumaş pantolonun içine girmiyordu. "Siktiğim gömleğin kaç derecede yıkandığını bir öğrenirsem."
"Bir bok yapamazsın." diye mırıldandım yatakta gerinirken, beni duymuş olacak ki yüzünü hızla bana döndü.
"Ne dediğini tam olarak duyamadım."
"Boşver." dedim, Cesur dişlerini sıkıyordu ve kavga etmenin peşindeydi, ona istediğini vermedim. Sabah sabah söylenmesinden hiçte rahatsız olmamış gibi davranıp doğruldum, ayaklarımı yatakta sarkıttım. Cesur benden alamadığı siniri gömlekten alıp yakasını sertçe çekti ve iki düğmesini koparmasına rağmen sakinleşmedi. Çenesi kasılırken gözlerini gözlerime dikti, kaçmadım, başımı yana eğip umursamaz bakışımla ona meydan okudum.
"İçinde tutma söyle, daha sonra birikiyor birden patlıyorsun." Kendinden bahsediyordu, ben bağırıp çağıranlardan değildim, biriktirip günden güne sessizleşen insanlardandım.
"Oyun mu oynuyorsun benimle?" Hayır, sadece kırgındım. "Üç haftadır benimle konuşmuyorsun." Neden acaba. "Bu saçmalığı son ver." Çok beklersin. " Lanet olsun daha ne kadar sürdürmeyi düşünüyorsun?"
Gerektiği kadar. Bizi bu raddeye getiren oydu, benim kırgınlığım nasıl kendimeyse onun öfkeside onaydı, görüyordum ve affetmem için hiçbir neden yoktu ortada.
"Peki konuşma, ömrümüzün sonuna dek bu saçma sapan sessizliğini devam ettirelim ama önce ilgisiz eş rolüne ne zaman son vereceğini söyle."
"Kendi işini kendin gör." dedim. Sevgime sahip çıkmayan adama ilgimi hiç vermem.
Eliyle dolabın içini gösterdi. "Bu dağınıklığın içinde bırak ütülü gömleği bulmayı, donumu dahi bulamam!"
"Senin suçun." Saçlarımı bir omzumda toplayıp düğümlerini çözmeye başladım. "İnsan pisliğini kendi temizlemeli değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇÜRÜK KOZA (+18)
RomansO sırtımı dayadığım bir ağaç değildi sadece. Güven veren bakışları benim yarınlarımdı. Sıcacık eli hayatımdaki en güzel şeydi. Ve varlığı...ruhuma güç veriyordu.