19

607 52 23
                                    

🎶Can Bonomo - Kal Bugün

"Yol beni al yarime ver,
gel bana ey.
Yol canım ol yoldaşım ol,
gül bana ey."

🖤

Saat sekiz buçuğa gelir gelmez hazırda beklettiğim telefonu parmaklarımın arasına alıp 'Ara'  tuşuna bastım ve gecikmeden kulağıma götürdüm. Telefon çaldı, çaldı, çaldı ama açılmadı. Birkaç saniye bekleyip yeniden ara tuşuna basıcaktım ki ekranda bir yazı belirdi.

Emir arıyor...

Hiç bekletmemeye özen göstererek aceleyle aramayı kabul edip telefonu kulağıma koydum.

"Merhaba." Telefonun diğer tarafı cevap vermek yerine sessiz kalınca oturduğum yataktan kalkıp odanın içinde gezinmeye başladım.
"Kapıdaki poşeti gördün mü?" Konuşmuyordu ama orda olduğunu biliyordum, artık nefes alışverişini bile öğrenmiştim; sessiz ama güçlü.
"Notu gördün mü?" Ve bu sefer kulaklarıma nefes alma sesinden çok daha fazlası geldi, koca bir iç çekiş. Ama nasıl güzel bir iç çekiş...
"Emir benimle konuşmayacak mısın?" Gözlerim aralık pencerenin camından görünen sokakta gezinirken büyük bir umutla Emir'in sesini duymayı bekledim. Ve sonunda duydum da.

"Benden sıkılmadın mı?"

"Sesin çok kötü geliyor, iyice hasta oldun değil mi?" Sorduğu sorunun saçmalığını umursamayıp ses tonundaki burukluğa odaklandığımda içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.

"Doğu, benden sıkılmadın mı?" Ve o da benim yaptığım gibi kendi derdine odaklanmış bir şekilde sorusunu yeniledi. Sanki beni görebilecekmiş gibi başımı iki yana sallayarak itiraz ettim söylediğine.

"Emir ben senden sıkılmam ki. Asıl benim sana bu soruyu sormam gerekiyor, sen benden sıkıldın mı?"

"Ben," devamını getirmeden önce bir süre iç çekme arası verdi kendine daha sonra konuşmaya devam etti. Etti ama sanki cümleye ilk başladığında söylemek istediklerini söylemiyordu.
"Ben bugün bahçede bana kızınca pes ettin sandım."

"Sana kızmadım, kızamam çünkü seni kızacak kadar tanımıyorum bile Emir." Perdeyi güzelce kapatıp yeniden odanın içinde tur atmaya başladım.

"Bende, bende seni tanımıyorum. O zaman neden böyle oluyor takıntılı?" Boşluğa bir tekme atıp olduğum yerde durdum.

"Nasıl oluyor?"

"Neden bir şeyleri sana anlatmamak için çabalasamda anlatmak istiyorum? Birbirimizi tanımıyoruz bile." Tam o an yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti. İçim huzur doldu ve kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Biz Emir'le resmen aynı şeyleri hissediyorduk ve bu gerçek bile beni mutlu etmeye yetiyordu.

"Çabalama, salla gitsin." Anlatmasını istiyordum istediği her şeyi gelip ilk bana anlatmasını istiyordum.

"Çok fazla salla diyorsun." Sözlerinin ardından gelen gülümseme sesini duymamla o gülüyor diye ben daha da gülümsedim.

"E sende salla o zaman aslanım." Bu sefer bir daha güçlü bir gülme sesi geldi.
"Sende çok fazla siktir git diyorsun." Ve yeniden gülümsedi. Ah be Emir Pınar, ne güzel gülüyorsun sen öyle. Gülme sesleri kesilip de ortamı koca bir sessizlik ele geçirdiğinde odamdan çıkıp mutfağa geçtim ve dolapları karıştırmaya başladım.

"Hiç ıhlamur yaptın mı?" Konuşmak yerine yalnızca 'cık' sesi çıkarttığında bende konuşmaya devam ettim.
"Poşetin içinden ıhlamuru alıp mutfağa geç." Çok geçmeden birkaç haşur huşur sesi ve ışığın açılma sesini duydum.
"Geçtin mi mutfağa?"

Yolun Sonu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin