Bu bölümü Kraugell 'e ithaf ediyorum :)
♤♤♤♤♤♤♤
Büyük Yue Hanedanlığına bağlı krallıklardan birindeki aristokrat bir gençtim. Soylular ve krallık, fani dünyayla vakit kaybetmekten, ekim yolundaki başarılarının gün geçtikçe azaldığının farkında değil. Yada umursamayacak kadar tembellerdi.
En yüce özlemim büyük bir soylu aile reisi olmak veya başarılı bir tüccar olmak değildi. Sadece uzun ömürlü, güçlü bir uygulayıcı olmaktı. Bireysel faydalarımdan ve soylu başlıklarımdan 16 yaşımdayken feragat ettim. Ortalama bir ekim mezhebine girerek, bu fani ömrümü uzatmanın yollarını aradım. Genç ve hırslıydım, içinde bulunduğum mezhep beni taşıyamaz oldu. Daha büyük, daha güçlü insanlarla temasa geçmek istedim.
Kral Aleminin zirvesine ekim yaptığım dönemde, hayatımda yeni bir hedef belirledim.
Kıtadaki en yüksek gücün himayesine girmekti.
Gölge Adasında üç bin insan arasında hayatta kalan tek kişi olarak sonunda Büyük Yue Hanedanlığının, Ejderha Muhafızları görev gücüne dahil olmaya hak kazandım. Bir asır boyunca, kimsenin hayal edemeyeceği güç ve zenginlik içerisinde yıkandım. Yue ailesinin genç neslini korumaktan sorumlu olan Ejderha Muhafızlarından biriydim.
Ekim seviyem Hükümdar Alemine girdiğinde, uzun süreli sadakatim ve başarılarım sonucu ödüllendirildim. Vasal kıtalardan birisini bizzat yönetmek için görevlendirildim.
Bu ödül, hayatımdaki dönüm noktası oldu.
Vasal kıtayı yönettiğim 12 sene içerisinde, bazı özel bölgelerin haberleri kulağıma ulaştı. Astlarım ile yaptığım seyahatlerde bu bölgelerin eski savaş alanları olduklarını fark ettim. O dönemde Hükümdar Aleminin 2. Seviyesinde olmama rağmen, bu savaş alanlarındaki kalıntı auralar kalbimi hızla attırmaya yetiyordu.
Görevimin 37. Senesinde, ekim seviyemde önemli bir darboğaza ulaştım. Aklıma ilk gelen şey eski savaş alanlarına seyahat ederek, içgörü kazanmaktı. Planımı yürürlüğe koyarak, eski bir savaş alanına ulaştım ve meditasyon yapmaya başladım.
Birkaç yıl bu bölgede kaldıktan sonra, diğer yerlere de seyahat ettim. Yarım asır sonra, içinde bulunduğum darboğazı hâla aşamadım. Tam ümitsizliğe kapılmıştım ki çok daha eski bir şey buldum.
Burası uzak bir dağ silsilesine inşa edilmiş, harap bir tapınaktı. Beni cezbeden şey, tapınaktan yayılan antik auraydı.
Tüm dağa formasyonlar kurarak, dünyanın geri kalanından izole ettim. Daha sonra, içeriye girmek için hazırlandım. Malesef içeride bulduğum tek şey kızıl renkli bir tabuttu.
Günlerce tabutun dışını incelememe rağmen, herhangi bir özel tarafını bulamadım. Sonunda açarak içerideki cesedi gördüm. Şaşırdığım nokta ise cesedin güneş ışığına anında tepki vererek gözlerini açmasıydı. Ürkmeme rağmen, yılların getirdiği deneyim sayesinde anında tepki verebildim.
Bu kurumuş cesetle birkaç darbe alışverişi yaparken, ilkel bir canavarla savaşıyormuş gibi hisse kapılmıştım. Koruyucu zırhım sayesinde ölümün soğuk nefesinden kurtuldum, ancak cesedin son saldırısı sırasında gözbebeklerimi iğne gibi küçültecek bir şey meydana geldi.
Boşluk parçalandı...
Havada, darbe sonrası uzay çatlakları meydana geldi. Dipsiz bir karadeliğe benzeyen bu formsuz çatlaklar hayal gücünün ötesinde emme kuvveti ile doluydu. İşte o an bu cesedin Boş Tanrı Aleminde bir uygulayıcı olduğunu anladım. Daha önce fark etmiş olsaydım, on bin canım olsa bile o tapınağa girmeye cesaret edemezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mhitra
FantasyKronolojik olarak yazılan 2. Kitap olmasına rağmen , Andrea ile ufak göndermeler hariç bağlantısı bulunmayacaktır. Bu yüzden okumaya direkt bu kitaptan başlayabilirsiniz . Ayriyetten kitap ismini kararlaştırmamda bana büyük yardımları dokunan 'kitap...