19•

467 62 37
                                    

"Eren?"

Eren, başını çevirip Bay Langton'a baktı.
Yakalanmanın verdiği endişeyle soğuk terler akıtırken, yüzüne endişesini saklamak için bir sırıtma yerleşmişti.
"B-Bay Langton!"

"Neden şaşırmış gibi davranıyorsun?" Diye sordu adam, kaşlarını kaldırıp elindeki kırmızı şarap dolu kadehi dökmeden kollarını göğsünde birleştirip tek kaşını kaldırarak.
"Burası benim evim."

"Haklısınız..." dedi Eren, gözlerini kaçırarak.
"Harbiden...kafayı mı yedin sen? Adamın evinde adamı gördün diye şaşırmakta ne?"

Bay Langton, üzerindeki pijamasını tamamlayan bordo saten bir hırka giyiniyordu ve nereden bakarsanız bakın adam bu hâliyle bile 'ben zenginim' diye bağırıyordu.

Gri gözleriyle, oturma odasını işaret etti.

"Anlaşılan konuşmamız gerekecek...Pekâla, savaş Eren! Kızının fikrini değiştirmek her şeyden daha zordu."

Bay Langton, önden ilerlerken Eren, gözlerini merdivenlere dikti.

"Endişe etme," dedi Bay Langton, sanki onun aklını okumuş gibi." Michelle çoktan uyudu."

"Uyudu mu?" Diye mırıldandı kendi kendisine, daha sonra moralinin bozulmasıyla başını eğerek Bay Langton'u takip etti.
"Buluşmadan erken bile ayrıldım, beni beklemedi mi yani?"
İç çekmişti.

Bay Langton, vitrinine ilerleyip bir kadeh daha çıkardı ve koltuğuna ilerleyip tahta oyuntulu, altın rengi koltuğuna oturdu.
Açmış olduğu şarap şişesinin mantarını tekrar çıkarıp, kadehe yeteri miktarda şarabından doldurdu ve Eren'e uzattı.

Eren, kadehi alırken aynı zamanda karşısındaki koltuğa oturmuştu.
"Umarım yanlış kişiyle içmiyorumdur."

"Rahat ol, uzun zamandır elini kolunu sallayarak bu eve girip çıktığını biliyorum."

Eren, tebessüm etmeye çalıştı.
"Bu daha kötü ya!"
"Üzgünüm, eminim bu hoşunuza gitmemiştir."

"Aksine," dedi Bay Langton, şarabından yudum alıp mermer masasına koydu.
"Bu bir bakıma beni rahatlatıyor. Her baba gibi elbette kızdığım da oluyor, ancak kızımın en azından birisinin yanında kendisi olması beni mutlu eder."

"Sizi hayalkırıklığına uğratmayı inanın istemezdim, ancak Michelle bana bile rol yapıyor. Sadece ben onu, rol yaptığını anlayacak kadar çok iyi tanıyorum, o kadar."

"Hayır, anlamıyorsun." Dedi Bay Langton, başını hafifçe eğip gülerek." İstese senin ayakta uyutabilecek bir potansiyele sahip, sadece sana 'rol yapıyor' gibi gözükmeye çalışıyor."
Başını kaldırıp, tebessüm etti.
"Onunla yakın olman hoşuma gidiyor. Özellikle de..." elini Eren'e doğru uzatıp, hafifçe salladı." Neydi o kızın adı?"

"Abigail?"

"Ah...evet." Dedi Bay Langton, yumuşak bir sesle." O. O meseleden sonra hâla bir arada gözükmeniz hoş. Bir ân seni hiç affetmeyecek zannettim, benim bile onunla konuşmam gerekti." Dedi istemsizce gülerek." Sanki beni çok dinlermiş gibi, söz de babası olduğum için nasihat verdim kendimce."

Eren, alt dudağının içini ısırarak Bay Langton'ı inceledi.
Gülümsemesinin altında yatan hüznü ve kederi buradan görmek zor olmuyordu.
"Kızı gibi kendisi de oyuncu." Diye düşündü kendi kendisine. Daha sonra iç çekti.
"Bana karşı savunma yapmak zorunda değilsiniz efendim, ona hiçbir şey anlatmayacağım."

"Seni ilk gördüğümden beri sevmiştim, Eren." Dedi Bay Langton, bu sefer gülümsemesi samimi gözüküyordu.
"Çocukluğundan bu yana, her zaman onun için doğru kişinin sen olduğunu biliyordum."

Eren, şarabından bir yudum aldı.
İçmeseydi rahat konuşabileceğini zannetmiyordu.
Sonuçta kız arkadaşının babasıydı?

"Seninleyken onun gülümsediğini görebiliyorum." Dedi, ancak bunu sanki bir özlemle söylemişti.
"Ama dahası... onun üzüldüğüne şahit olabilmem."

"Kızınızın üzülmesini mi istiyorsunuz?" Diye sordu şaşkınca Eren.
"Nasıl bir baba kızının üzülmesini ister?"

"Ihım..." başını sallayıp iç çekti." Üzülmeyi kendisi için güçsüzlük, acizlik olarak gören bir kızın babası bunu her şeyden çok ister."

"Yine de bunu istemenize şaşırdım. Üzülmektense gülümsemesi daha iyi değil mi?"
Kanında dolaşan alkolden midir, nedir bilmiyordu ancak kendisini biraz daha rahat hissetmişti.

Bay Langton, mermer masadan kadehini alıp şarabını yudumladı ve tekrar kadehi yerine koydu.
"Benim yerimde olsaydın...onu anlardın." Derin bir nefes alıp verdi.
"O her şeyin rolünü yapabilir. Mutluyken mutsuz, şaşkınken etkilenmemiş gibi ya da öfkeliyken sanki umursamamış gibi..." parmağını Eren'e doğru sallayıp güldü." Bir şey hariç."

"Nedir o efendim?"

"Üzüntü, Eren. Üzüntü." Arkasına yaslandı." Mutluyken mutsuz rolü yapabilir, ancak mutsuzken mutlu rolü yapamaz. Bunu zaten biliyorsun, değil mi?"

Okula geldiği zamanı çok net hatırlıyordu. Gerçekten bu duyguyu taklit etmekte zorlanıyordu.

Eren, başını salladı.
"Evet, haklısınız. Mutlu taklidi yapamıyor. Belki de yapıyor, ancak ben onu çok iyi tanıyorum."

Bay Langton, bir süre sessiz kaldı.

Bu süreçte Eren, odada gözlerini gezdirdi. Sanki daha evvel gelmemiş gibi odayı incelemesinin sebebi, kız arkadaşının babasıyla pek göz göze gelmek istememesiydi.

Odaya altın sarısı ve kahverengi mobilyalar eşlik ederken, kenarda duran at 1 metre boyundaki at sembolu Bay Langton'un en sevdiği sporu temsil ediyordu.

"Gözlerini benden almış..." diye söylendi adam, ancak sanki Eren'le değil de, kendi kendisine konuşuyormuş gibiydi." Ancak bakışları annesininki gibi."
Buruk bir tebessüm yüzüne yerleştikten sonra, kadehindeki tüm şarabı dikti ve yutkundu.
"Annesi gibi bana hayalkırıklığı ile bakıyor."

Game.||Yeager.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin