Şölen bittikten sonra bütün binalar kendi ortak salonlarına doğru yola çıktı. Harry herkesin bakışlarını üzerinde hissediyordu. Tabii ki bu bakışlar son 4 yıldır alıştığı gibi hayranlık barındırmıyordu. Hepsinin gözlerinde saf bir merak vardı.
Normalde olsa asla umursamaz ve hiç pas vermeden yoluna devam ederdi ama hakkında ne düşündüklerini gerçekten merak ediyordu. Ona inanıyorlar mıydı, yoksa Bakanlık gibi yalancı olduğunu mu düşünüyorlar? Bu düşünce onun dertlerinden biri hâline gelmişti buraya geldiğinden beri. Umursamaz gibi görünebilirdi ama bu durum umursayamayacağı bir durum değildi sonuçta. Voldemort döndüğü için herkes tehlikedeydi ve kimsenin ona karşı hazırlıksız yakalanmasını istemiyordu.
Yoldaşlık ve kendisi bu konuda hazırlıklıydı. Mesela Dumbledore'un Hagrid'i devlerle konuşup Aydınlık tarafa çekmek için gönderdiğine emindi. Karargahta gizlice insanları Yoldaşlık'a çekmeye çalıştıklarını öğrenmişti. Bakanlık ise tam tersini uyguluyordu. Voldemort geri dönmemiş gibi davranıyor ve onlar için tehdit Dumbledore ve Harry'ymiş gibi davranıyordu.
Kendisine yönelen bakışlara karşılık bir kaç kişinin zihnine girdi Harry ve girer girmez canı sıkıldı. Neredeyse hepsi onun yalancı olduğuna, ön planda olmak için her şeyi yapacak biri olduğuna inanmışlardı. Tabii ki bunlar arasında 1-2 kişi ona inanıyordu. Bunlardan biri Gryffindor'dan Neville Longbottom iken diğeri ise Hufflepuff'tan Ernie Macmillan'dı. Harry içinde onlara karşı büyük bir minnet duydu. Sonrasında da başkasının ne düşündüğüne bakmadan Cygnus ile beraber yoluna devem etti.
Slytherinliler'in ne düşündüğüne hiç bakmamıştı açıkçası. Çünkü bir çoğunun ona inanmama gibi bir lüksü yoktu. Harry, gelip söylemese bile Ölüm Yiyen olan ailelerinden öğrenirlerdi. Harry bunu bildiği için hiçbirinin ne düşündüğünü kurcalamadı.
Ne var ki kurcalasa bir çoğunun tereddüt yaşadığını öğrenebilirdi. Bazıları, Harry'nin karşısında mı yoksa yanında mı yer alacaklarını düşünüp duruyorlardı. Ailelerinin aksine bu konuda gerçekten hangi kararı vereceklerini bilmiyorlardı.
Harry bunlardan bihaber olarak girdi ortak salona. Herkes kendi odasına gitmeden önce Harry, Draco ve Pansy'ye işlerini halledip kendi odasına gelmelerini hatırlattı. Odasına girdiğinde ise eşyalarını yerleştirdi ve yatağına geçip onları beklemeye başladı.
Çok geçmeden ilk olarak Cygnus geldi odaya. Draco ve Pansy ise Sınıf Başkanlığı görevlerinden dolayı biraz daha geç geldiler.
"Seni dinliyoruz," dedi Draco oturduktan sonra. Pansy de hemen yanına oturmuştu. "Ne konuşmak istedin bizle?"
"Size açık olacağım," diyerek söze girdi Harry. "Voldemort'un döndüğünü biliyorsunuz ve gerçekten sizin ne düşündüğünüzü merak ediyorum. Size güvenmediğimi asla düşünmeyin bu arada. Sadece şu an herkesin ne düşündüğünü bana karşı açık etmesini istiyorum."
Voldemort'un adının geçmesi her zamanki gibi Draco'nun ve Pansy'nin hafiften irkilmesine sebep oldu. İkisi de böyle bir konuşma bekliyormuş gibi bakıştılar. Sonrasında ise ilk konuşan Draco oldu:
"Eğer arkadaş olmasaydık büyük ihtimal Zabini gibi olurdum," dedi Draco dürüstçe. "Babamın bana öğrettiklerini asla sorgulamadan kabul ederdim ama sayende safkanlığın bir şey ifade etmediğini, muggle doğumluların bizden farksız olduğunu anladım. Tanrı aşkına bir muggle doğumluya aşığım ben! Nasıl onların ideallerini kabul edip sana karşı, ona karşı savaşabilirim?"
Harry, arkadaşının söylediklerini büyük bir gururla dinliyordu. Onların hayatına böylesine etki etmiş olmak onu fazlasıyla mutlu etmişti.
"Benim için de durum aynı." diyerek söze dahil oldu Pansy. "Sonuna kadar yanında olacağım. Asla karşınızda olmayız ikimiz de."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zümrüt Prens
FanfictionSlytherin'e yerleşmiş Harry'yi konu alan kitaplar arasında aydınlık için savaşan Harry'yi pek göremedik. Bu hikayedeki Harry aydınlık için savaşacak ama içindeki karanlığı da asla yok saymayacak. Sirius ne demişti? "İnsanlar iyi kimseler ve Ölüm Yi...