Kimseyle konuşmadan bir hafta geçirdim. Ne derslere girebilecek kadar aklım başımdaydı ne de birilerinin yüzünü görmek istedim.
Tanrı'm affet beni, yalan söyledim. Göz göre göre, sesim titremeden bir haftadır rahatsız hissettiğimi dile getiriyorum rahibelere karşı. Beni mutlaka duyuyorsun fakat inan bana, sınırıma çoktan ulaştım. Buradan kaçıp gitmeme ramak kaldı.
Dayanıyorsam, sessiz kalmak için çabalıyorsam hepsi tek bir kişi için.
Fakat o kendisini Mesih ve Tanrı aşkına öyle kaptırmış durumda ki nokta kadar iz bırakabildiğimi düşünmüyorum. Bu da demek oluyor ki her şey için boşuna uğraşıyorum.
Öğle yemeğinde haşlanmış sebzeler yedim, hiç sevmem. Yanında da su içtim, çok tatsızdı. Hastalığımdan mütevellit bana özel olarak pişirdiklerini söylediler. Daha sonra rahibelerden biri yanıma gelip aileme haber verdiklerini söyledi. Dediklerimden pişman oldum ve ağzımda gevelediğim sebzeyi yutamadım bile. Zar zor yuttuğumda hiçbir şey demedim, yalnızca başımı sallamakla yetindim.
Birkaç saat önce annem ve babam geldiler. Ben her ne kadar bahçede görüşeceğimizi düşünsem de çan kulesinin altındaki misafirhaneye kadar girdiler. Bana bu kadar yaklaşmalarından hiç hoşlanmadım, içimde hala onlara karşı büyük bir nefret var.
Yüce Tanrı'm, bu toy çocuk yaşamak için kendince çaba sarf ederken yedi büyük günahın hepsini işledi mi yoksa? Bundan mütevellit mi onun yakarışlarını duymuyorsun?
Hayır hala işlemediklerim var, bana bu kadar acımasız olma.
Rahibelerden biri benimle birlikte yürüyerek kilisenin neflerine kadar geldi, koridorlardan kendi başıma geçtim. Annemin ve babamın yanına ulaştım ama beklemediğim bir anda annemin kolları etrafıma dolandı.
İğrendim. Öfkelendim. Bu duygudan nefret ettim.
Kendimi geri çektiğim takdirde kollarından kurtulabildim, annem bunu fark etse de bozuntuya vermeden ağlamalarına devam etti. Beni gerçekten önemsediğini düşünmüyordum, muhtemelen yaptığı tek şey rahibelere gönderme yapmaktı. Fakat adım kadar eminim ki bundan çok daha kötü hastalandığım ve gerçek manada yataktan kalkamayacak kadar kötüleştiğim o halimde annem şimdiki gibi bana sarılmamıştı. Karşılığında iyi olan hiçbir şey yoktu. Yalnızca mektep derslerini aksattığım için yanağıma tokat yemiştim.
Şimdi hayal meyal hatırlıyorum da bedenim o kadar ağırdı ki o tokadı kaldıramadan sadece daha fazla vurmaması için mırıldanmıştım. Bunun farkında olan babam annemi sakinleştirmek için omuzlarına tutunurken biliyordum ki rahibelerin yanımıza gelmemesi içindi.
Her neyse yazmaktan sıkıldım, kısacası yaptıkları her şey birer gösteri. Karnaval gibi fakat eğlencesiz olanından.
Mimikleri, duyguları ve tavırları gerçek ve net olan bir tek Xiao Zhan var etrafımda, bu yüzden mi dikkatimi çekmiş bulundu?
Tanrı'nın gücüne gitmesin fakat tesadüf denen şeyin bu koca dünyada hatta ve hatta kilisenin o çarpık kütüphane raflarında yer alan bozuk astroloji kitaplarının da bahsettiği dünya dışında bile var olmadığını düşünüyorum. Eğer ki Tanrı varsa ve kader işleyişimiz çoktan belliyse o halde ne diye sınanıyorduk?
Benim ruhumu biçimlendiren de oydu, sevdiğim ve sevmediğim şeyleri birleştiren de oydu? O halde çiçekleri seviyor olmam bunun da ötesinde Xiao Zhan'a takılı kalmış olmam da onun gücünün getirdiği sonuçlardandı.
Ve bunun neticesinde bir erkeği güzel buluyor olmamdan, ona yakın olmak istememden mütevellit günahkar gözüyle bakılan bana ateşler yaraşırdı.
Bunu fark etmek, doğru mu yanlış mı pek kestiremiyorum artık, beni daha da boğmuş gibiydi. Nefes alacak ufacık bir delik vardı ve kendi ellerimde bu deliğin içini dolduruyor gibiydim. Buna kendi çukurunu kazmak da denir, bambaşka şeyler de denir. Yeter ki hepsinin çıktığı kapı aynı olsun.
Fakat odalardan birinde Xiao Zhan'ın kalbi vardı. O odanın sağımda mı yoksa solumda mı olduğunu bir şekilde bulabilmiş olsam bile o kalbe ulaşmamı sağlayan şey onun kapıyı açmasıydı. Yoksa olduğum yerde sayar dururum. Ona karşı adım atmamı sağlaması için önce kendisi bir harekette bulunmalıydı.
Hayaller, hayaller.
Bunları yazarken bile içten içe bunların birer hayal ürünü olduğunu fark edebiliyorum, annemin sert tokadı bile bu acının yanında hiç kaldı.
Bir yandan da gece aklımda asılı kalan birkaç konu mevcut. Burada bulunduğum yıllar boyu bunu düşünüp dursam da cevap bulamayışımla sonuçlanan birkaç kriz beraberinde geldi. Nihayetinde artık cevap bulmayı geçtim, inceden inceden düşünmeyi bile kestim. Arada aklıma gelmiyor da değil, yine de görmezden gelmek bu sorunların cevabını bulmuş olmaktan bile oldukça iyi.
Düşününce korkak olduğum aşikar.
Xiao Zhan gibi. Neyden bu kadar korkuyor ki dudakları arasından her ayet fısıldayışında hıçkıracak kadar ağlıyor?
Ağlarken bile güzel olması kafamı karıştırdığı gibi beni olduğum yerde küle çeviriyor.
Susmalı, ağzını bile açmamalı belki de. Konu Xiao Zhan'sa yamacımda sessizlik içinde saklanmalı, hem onu gözeteceğimi bilmesini isterdim. Gözleri bana değsin, yeterli. Fazlasında gözüm yok nasıl olsa. Parmağını bile kıpırdatmasına hiç gerek yok.
Sıradan biriyken pek hoş gözüküyor.
İsa aşkıyla yanıp tutuşmaksa ona hiç yakışmıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.