Gözlerimi açtığım vakit ana salondaydım. Boynum bükük bir vaziyette saatlerce uyumuş olmam bir yana Xiao Zhan'ın beni orada yalnız bırakıp da gitmesi bir yanaydı.
Uyanmamı sağlayan etken çan sesleriydi. Sabahın erken saatlerinde öğrencileri uyandıran bu çan sesleri son bir ya da iki yıl kadar kısa bir zamandır kullanılan bir yöntemdi. Tok sesler beni gitgide daha da ayıltırken doğrulmaya çalıştım fakat tutulan boynum, gerilen kaslarım öyle canımı yaktı ki dudaklarımdan bir tıslamanın çıkmasını önleyemedim.
Muhtemelen o an hala daha etrafa yumuk yumuk bakan gözlerimi etrafta gezdirdiğimde fark ettim ki Xiao Zhan kitabını almadan ayrılmıştı yanımdan.
O esnada birden bire yüreğim acaba Xiao Zhan yakalanmaktan korktu da bundan mütevellit mi kitabını yanımda unuttu diye düşündüm. Yalnızca kısa bir vakit için zihnim yönettiği bedenimi sonu görülemez bir umutla donattı.
Ayaklandım. Kendi kitabımı da, Xiao Zhan'ın kitabını alarak üst üste koydum onları. Gariptir ki üstte olan onun kitabı olmalıymış gibi hissettiğim o vaziyet oldukça tuhaf kaçıyor hala. Esneyerek ana salondan çıkacağım vakit kemerin önünde beni peder karşıladı.
Yibo, yüzü gülüyordu. Öyle ki bana bakan gözleri ışıldı. Siz ikinizden ve erdeminizden şüphe etmemem gerekirdi.
Yalnızca güldüm, bir şey söylemedim. Fakat o anda kalbim korkuyla titretecek o sözleri söylediğinde şaşırmış ifademi saklayamamış olmam beni daha da korkuttu.
Ara sıra sizi kolaçan ettim, demişti bana. Cezayı es geçip gerçekten hiçbir şey yapmayarak orada sabahlayacağınızı düşündüm. Gel gör ki yanıldım.
Xiao Zhan'a adadığım kaçamak bakışlarım, onu dizlerime yatırmam, yüzünü izleyişim bunlardan ziyade onun da bana karşılık verircesine yakın davranışları olsun hepsi birer kor olup da düştü içime. Ya anlarsa bizi korkusu dört bir yanımdayken bu kez ben soru sordum ona. Oysa ki tamamen paniklediğimden kaynaklanan bir şeydi bu.
Bizi mi kolaçan ettiniz, bir kez daha duymaya ihtiyacım varmış gibi hissettim. Pederse dediklerini yineledi.
Evet, dedi bastıra bastıra fakat yüzünde beklediğim öfke yoktu. Daha rahat bir yüze sahip olmasının yanında bakışları her daim aydınlıktı. Anlar gibi başımı sallamakla yetindim. Daha doğrusu eğer konuyu deşersem peder için anlatıldığı andan itibaren kalıcı bir anıya dönülebilme ihtimaline sahip olan geçen geceki vaziyetimiz söz konusu olduğunda sessizliğimi korumak dışında pek de bir şey yapmadım.
Bir süre ayaküstü sohbet etti benimle, hepsinin altında yatan mânâ genellikle gurur ve ahlak üzerineydi. Beklediğim gibi uyuyakaldığım için kızmadı ya da Xiao Zhan konusunu ben sorana dek açmadı.
Yanımdaki çocuk, dedim başımı yana eğip de sanki o gerçekten oradaymış gibi. Yani Xiao Zhan, onu gördünüz mü?
Ah o, peder başını salladı. Evet, sen uyanmadan kısa bir vakit önce uyanıp odasına çıktı. Gördüm onun uyanıp da salondan ayrıldığını. Seni ise uyandırmaya gönlüm el vermedi ne yazık ki, aslına bakarsan bu iş için onunla konuşabilirdim fakat o çoktan oradan gitmiş bulundu.
Anlar gibi başımı salladım ardından pederin yanından ayrılıp da odama doğru yürüdüm. Koridorlarda yankılanmaya başlayan uğultular vakit geçtikçe şiddetini arttırdı. Bir bir uyanan öğrenciler ve koridorlarda pat pat yürüyenler neticesinde kilise her zamanki gürültüsüne kavuşmuş oldu.
Kahvaltı saatine yaklaşmış bulunmaktaydık. Tuhaf bir şekilde yemek yemeye mecalimin olmayışını düşündüm. Halbuki marmelatlı ekmek her sabah naçizane boğazımdan geçip giden tek şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.