Birkaç gündür Xiao Zhan'ın gölgesi bile önümden geçmiyor, onu hiçbir yerde göremiyorum. Arkadaşım olmasa bile merak ediyor oluşum yüzümü asmama sebep oluyor.
Oluyordu daha doğrusu.
Öyle çok korktum ki dün, bunu tarif edecek herhangi bir kelime yok dağarcığımda.
Akşam yemeği faslından biraz sonraydı sanırım fakat hava çoktan kararmıştı. Başrahibe olayını düşündüm taşındım, bir türlü içinden çıkamadım. O halimi de çözemedim bundan mütevellit bunu Tanrı'nın bir dersi olarak gördüm. Ne hakkında serzenişte bulunduysam hepsinin günahı birleşmiş de üstüme yığılmış gibi hissettim. Ve bunun neticesinde üç gündür, akşam sekizden sonra herkes odasına çekildiğinde ben de kendimi çan kulesinin altındaki tek pencereli odalardan birine kapatıyorum.
Bolca ayet okuyup, beni bu hislerden ve düşüncelerden kurtarması için Tanrı'ya yalvarıyorum.
Fakat hiçbir şey olmuyor.
Dün gece yine kendimi oraya kapattım, günahkarlar buna layık, tamamen sesler kesilene kadar orada kaldım. Anladım ki saat gece yarısına yaklaşmış. Son ayetimi okuyacağım sırada koridordan bir başka şeyin düşme sesi geldi.
Tanrı'm ben dersimi aldım, sana üç gündür bunların affı için yalvarıyorum fakat o an içime öyle bir hissiyat yerleştirdin ki sanki o odadan çıkmamı emrediyor gibiydin. Bunun farkındalığıyla ürperdim.
İbadetimi tamamladım, kolyemi boynuma astım ve yerden kalkarak odanın kapısını açtım. Açtığım gibi dışarı koştum.
Xiao Zhan yerdeydi.
Hayatım boyunca bu denli paniklediğimi hatırlamıyorum bile, kendimi bir anda onun yanında eğilirken buldum. Yüzü epey solgundu, beni daha da panikleten bir diğer şey buydu.
Hızla ensesinden tuttum ve başını kucağıma yatırdım. O esnada cübbeme tutundu, yardım mı istiyor yoksa onu bırakmamı mı tercih ediyor kestiremedim. Fakat kalbimdeki his hala daha yerini kaybetmiş değildi bundan dolayı eğer düşündüğüm ikinci seçeneği anlatmak istiyorsa da umursamadım.
Ellerim yanaklarına tutundu, Tanrı'm, o kadar acizdim ki onun gibi titremeye başladım. Nefeslerim göğsümde kesik kesikti.
Bir şey olacak sandım, öyle anlarda insan gerçekten aklını toparlayamıyormuş. Bunu tecrübe etmem iyi mi kötü mü anlamadım.
Xiao Zhan öylece halsiz kucağımda yatarken gözlerinden bir kez daha gözyaşları döküldü. Hiç aklımdan geçirmemiş olsam dahi parmaklarım zaman kaybetmeksizin yaşların olduğu yerlerde gezindi. Kalbimdeki hisse sanki bunu yapmayı yıllardır bekliyormuşum da sonunda bu hissin sefasını sürebiliyormuşum gibiydi.
Ona neyin var diye sordum. Canım yanıyor, diyerek karşılık verdi. Cübbeme tutunan eline baktığımdaysa başımdan aşağı kaynar sular dökülmüşten beter oldum, öylesine zayıflamıştı ki vücudunda dolgunluğa dair hiçbir nokta yoktu. Onu kucakladığım gibi çan kulesinin merdivenlerinden koşarak aşağı indim. Gece yarısı olması ve herkesin çoktan yatmış olması o kadar umrum dışıydı ki boynuma sımsıkı sarılan Xiao Zhan söz konusu olduğu için gözüm başka hiçbir şeyi görmüyordu.
Tıpkı onun bana sımsıkı sarılması gibi ben de ona sımsıkı sarıldım, koşarken düşmesine asla izin vermedim.
Kucağımdaki çocukla pederin odasının önüne geldim ve kapıyı yumrukladım. Bu kadar güce sahip olduğumu bilmiyordum bile, sesim gürleşmiş kapıya vuruşlarım bile sertleşmişti. Yirmilik bedende on üç yaşındaki bir çocuk olarak görürdüm kendimi fakat o an fark ettim ki yetişmeye ve serpilmeye çalışan genç bir adamdım.
Kapıya vurdukça Xiao Zhan boynuma daha sıkı sarıldı, yüreğim havalardaydı, aynı zamanda en diplerdeydi. Savruk düşüncelerimin arasında peder nihayet kapıyı açtı ve onun konuşmasına müsaade etmeden korkuyla ona seslendim.
Yüce Tanrı'm, dedi dudaklarının arasından. Şimdi Tanrı'yı anmanın sırası mı peder onun canı yanıyor, diyemedim. Laf dilimin ucuna kadar gelmişti, kendimi tutmasam söylerdim.
Sesime birkaç rahip daha geldi ve bunlar benden yaşça büyüklerdi. Xiao Zhan'ı benden ayırdılar ve pederin arkasından ilerleyerek aceleyle şifahaneye girdiler. Onun acı yakarışlarını, sızlanıp ağlayışını ve kemikten farksız bilekleriyle karnını tutuşunu unutamıyorum.
Zaman geçtikçe kapıda bekleyenler azaldı. Peder, birkaç rahibe ve hekim Xiao Zhan etrafında dört dönerken bir süre sonra kapıda tüm çaresizliğiyle bir tek ben kaldım. Sorun değildi, yine öyle bir olay olsa yine beklerim. Konu Xiao Zhan'sa gocunmazdım.
Neler olduğunu bilmediğim gibi bir şeyler öğrenebilmek için ne sormam gerektiğine de karar veremedim. Öylece yere dalmışken peder yamacıma kadar gelip bana endişelenip endişelenmediğimi sordu. O kadar agresif ve asabi hissediyordum ki yüzüne karşı sence rahat gibi mi görünüyorum diye bağırmak geçmişti içimden. Ceza alacağımın bilincinde hareket ederek sessizce kafa sallamakla yetindim.
Daha sonra bana arkadaşım için yürekten endişelendiğim ve onu kurtarmaya çalıştığım için Tanrı'nın beni mükafatlandıracağını söyledi. Oysa ki mükafatlandırılmak benim için epey önemsizdi. Eğer ki bu olacaksa ve bir şeyi kabul etmek gerekiyorsa karşılığında Xiao Zhan'ın iyileşmesini dilerdim.
Bu benim için en büyük mükafat olurdu.
Az önce o uyandı, yüzündeki acı ifade biraz daha silinmiş gibiydi. Bu beni rahatlattı. Beni görünce şaşırdı elbette ki fakat onu bir kez daha rahatsız etmek istemediğim için hafifçe gülümsedim ardından sessizce kapının önünden ayrıldım.
Şimdiyse hava yavaş yavaş aydınlanıyor, gün benim içinse Xiao Zhan tamamen iyileştiği an başlayacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.