Bugün çarşıya uğradım. Gümüşçülerin bulunduğu sokaktan geçtim bu kez. Daha önce orada nelerin olduğuna hiç dikkat etmemiştim.
Bir küpeye denk geldim. Gri gümüşten bir küpe ucunda minicik bir inci tanesi vardı. Hafifçe pırıltılı yüzeyi o kadar hoş gözükmüştü ki onu Xiao Zhan'ın kulağında görmeyi çok isterdim. Hayali kalbimi hızlandırdıkça hızlandırdı. Gözlerim kamaştı.
Hayallerimde öyle güzeldi ki Xiao Zhan, onu gerçekten çiçeklere sarmak istedim.
Ayrıca yeterli param olmuş olsa dahi Xiao Zhan'ın böyle bir şey takmak isteyeceğini pek sanmıyorum açıkçası.
Her neyse, anlatmak istediğim şey bu değildi aslında ama küpe olayına değinmem pek de fena olmadı.
Bir yandan düşünüyorum ki sanırım artık mektup vari şeyler yazmaktan biraz sıkılmış gibiyim. Pek emin de olamıyorum böyle hissedip hissetmediğime fakat eğer şüphelerim varsa hissiyatım olumsuz yöndedir.
Hiçbir gelişme yok, hiçbir yenilik yok, güzel haber yok. Tamamen kendime nasıl eziyet ettiğimi yazıyorum buraya.
Fakat yeminler olsun bir daha böyle ağır olaylar altında kalırsam, Tanrı şahidim, buradan kaçıp gidiyor olacağım. Anneme de anlatacağım her şeyi, her ne kadar onlardan ve onların düşüncelerinden hazzetmesem de bir şekilde anlatmak zorundayım.
Asıl konuya dönecek olursak eğer peder bugün beni yanına çağırdı. Gitmedim. Tekrar tekrar azarlanacak halim yoktu sonuçta. Bundan mütevellit kimse beni çağırmasın ya da rahatsız etmesin diye odama kapandım. Biraz çizim yapmaya çalıştım. Rezaletti, kendim bile bakamadım o kağıda.
Sessiz bir tip olmama rağmen kelimeleri iyi seçebilen biriyim en azından.
Teklifi geri çevirdikten ve odama kapandıktan sonra yarım saat kadar bir vakit geçmişti ki telaşla odamın kapısı tıklatıldı. Rahip çocuklardan biriydi, koştuğundan dolayı şakaklarından damlayan ter dikkatimi çekti başta sonra da gergin bakışları.
Peder, dedi nefes nefese. Seni çağırıyor, önem arz ettiğini söyledi.
Öfkelendiğimi hissettim çünkü o adam hiçbir şekilde hayırdan anlamıyordu. Bir peder olması bulunduğu noktada Tanrı'ymışçasına hareket edebileceği anlamına gelmiyordu. Gerçi bu saatten sonra bunları onun yüzüne bağıra bağıra anlatsam da anlayacağını ve değişeceğini pek sanmıyorum.
El mahkum çıktım odamdan. Pederin odasına doğru adımladığım her seferinde üzerime öyle yükler biniyordu ki bir vakitten sonra adımlarım kendiliğinden durdu. Yanımda da bana haber veren çocuk vardı.
Korkuyor musun, dedi bana fakat sesinde kendisinin korktuğuna dair bir şeyler sezdim.
Hayır, desem de biliyordum ki yaşadığım olaylar yüzünden oraya gitmekte zorluk çekiyordum. Bence bedenim nerede ne yaşadığını gayet iyi hatırlıyordu bundan mütevellit anılarıma acıyla kazınmış bir olaymışçasına bedenim ilerlemek istemiyordu.
Zar zor odasının önüne geldim ve kapıyı tıklattım. Kısa bir müddet içinde kapı aralandı, kapıyı kendim iterek içeri girdim ve arkamdan kapattım. Tek bir söz söyleme gereği duymadım o adama karşı. Öylece bana diyeceklerini dinledim.
Beni çağırıyorsa daha fazla oyalanmadan ağzındaki baklayı çıkarmasını diledim, kendi keyfim için orada olmadığım gibi bana bir şeyler anlatmasını da ben istememiştim haliyle.
Açık konuşacağım Yibo, diyerek aniden söze daldı. Geçen gün yaşadığımız olay yüzünden seni buraya çağırdığımı anlamayacak kadar aptal bir çocuk değilsin sen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.