Çiçeğim buralardan ayrılalı birkaç saat ya oldu ya olmadı ve ben bu mektubu hep yaptığım gibi Xiao Zhan'a değil gözyaşlarıma ithaf ediyorum.
Omuzlarımda derman kalmadı. Beni bulunduğum yerden kaldıracak hiçbir güç var olmadı henüz.
Başımı kaldırıp da etrafımda neler olup bittiğini anlayamayacak kadar öyle kör kaldım, ki onun gidişinin ardından bırak ağlamayı dayanak edeceğim tek bir şey bulamadığımdan kendime gelemiyorum bile.
Canım yanıyor.
Kahroluyorum.
Yeniden görebilecek miyim onu bilmiyorum. Ya ben yokken ona bir şey olursa? Bambaşka badireler atlatmak zorunda kalırsa, altından kalkamazsa?
Yüce İsa, bu izbe kasaya ne vakit hadiseler gelir de ben harekete geçer kurtarırım onu bilmiyorum, Tanrı'nın dahi etki edemediği ve gözden çıkardığı bu topraklarda nasıl yetişirim ona?
Yeminler olsun eğer senin huzur ve saadetini korumaya yetecekse ben Tanrı'nın ayetleri dilimden düşürmem, Xiao Zhan.
Yeri gelir senin adına adak adarım, yeri gelir başına gelebilecek olan müsibetleri def etmek adına defneler yakarım. Yeter ki canına bir şey olmasın.
Dün öğle vaktine değin odamdan çıkmadan dört duvar arasında saklandım. Oysaki yanına gidip son vakitlerimi dolu dolu geçirebilirdim. Gözlerimi kırpmadan, onu doya doya izler güzel çehresini iyiden iyiye zihnime kazırdım. Fakat vaziyet benim karar kıldığım haliyle devam etmemek için and içmiş gibi ayaklarımı yere çiviledi ve benim o odadan ayrılmamı engelledi.
O bohçalarıyla kilisenin ön bahçesinde küçük adımlarıyla yürürken ancak fark edebildim yaptığım hatayı. Beklemek kime neye yarar? Bir hiç için hibe ettiğim dakikalara yazık.
Koşarak çıktım odamdan. Nefes nefese bahçeye indiğimde tıpkı daha evvel olduğu gibi cübbemin etekleri ayaklarıma dolandı ve koşuşum bundan mütevellit yavaşlamak durumunda kaldı. Çareyi ise sevdiğim oğlanın ismini çağırmakta buldum.
Zhan, diye bağırdım arkasından. İkinci sefere lüzum olmadan hemen duydu beni. Kocaman olmuş gözleriyle arkasını döndü ve bir anda o karanlık ifadesi yok oldu yüzünde. Onun yerini alan daha sıcak bir tanesiyle gülümseyerek bana bakmayı sürdürdü. Gözleri dahi kocaman olmuştu.
Ona soyismi olmadan seslendiğim birkaç sefer içinde gözleri hep durulukla parlardı. Ben ise nedendir bilinmez iki ismini de dilimden düşürmezdim. Konuştuğum yahut yazdığım üç lafımdan ikisi Xiao Zhan'dı.
Bilemiyorum, belki de aramızda hala bir sınır olduğunu bildiğim ve ona mütemadiyen yakın olduğumu hissettiğim bir vakitte ismiyle seslenmek istediğim içindi.
Nadiren dudaklarımdan kaçıp giden ismini çağırmış olsam da hala o pamuklara sardığım hayallerimle yegane amaç gönlümün mahzenlerinde saklıydı.
Arkasını dönüşü beraberinde duraksamayı da getirdiğinden ben onun yanına ulaşana değin hareket etmeyip beni bekledi.
Hüzünlüydü.
Saf duygular eşliğinde sevgi büyüttüğüm konusunda gururlandığım Xiao Zhan'ı böylesine basit bir vaziyet içindeyken okuyamasaydım eğer kendimden epey utanırdım.
Yüzündeki tebessüm birçok kişi için aldatıcı olabilirdi. Diğerlerinin ona kanmasına yardımcı olur ve buralardan gittiği için çok mesut gözükmesine olanak sağlayabilirdi fakat Xiao Zhan'ı tanırdım. Hakikat asla bu denli kolay değildi ikimiz için. Bir maskeden ibaret olan bu tavrı da yanımda geçirdiği dakikalar sonucunda düşmüştü.
Sımsıkı sarıldığı bohçasında gezdirdim gözlerimi. Ne kabarık ne değil gibi duran yapısıyla ağır gözükse de onun taşıyabileceği kadar hafifti aslında.
Dilim mühürlenmiş gibiydi, isminden sonra konuştuğum ilk kelime onun eşyalarını arabanın arkasına yerleştirip yeniden yanıma gelmesiyle gerçekleşmişti. Bakışları yerde, başı eğikti. Boynuna sarılı olan yamalı atkı dahi bir önceki günkü gibi ışıl ışıl gelmedi gözüme çünkü onu sönük kılan bazı şeyler var gibiydi. Bunlardan biri gerginlikle oynadığı ince parmaklarıydı.
Gidiyorum, dedi bana. Halbuki onun gidişini apaçık hisseden, gören bir bendim.
Bunu istemezdim, diyebildim yalnızca. Usul usul başını salladı fakat hala daha eğik duran yüzü bir türlü yükselmek bilemedi. Parmaklarımla çenesinden destekleyip de yüzünü kendime döndürmek içimden geçse de yapmadım.
Soğuk rüzgarlar o bahçede esti gitti fakat biz o harcanan dakikalar boyunca hiç aklı başında bir sohbet eşkali yaratamadık, bu ikinciydi. Mantık aramak için de pek çaba sarf ediyor gibi değildi. Arasaydı şayet o vakit öyle olmazdı yüz ifadesi. Kelimeye dökeceğim her bir duygu ya da her bir hissiyatım için dediklerimi havada yakalayacakmış gibi olan o vaziyetiyle bazı şeyleri anlamamak aptallıktan başka bir şey olmazdı.
Bekliyordu ki benden ona ulaşan sevgiden ziyade onun uzun bir vakit boyunca aklını benimle meşgul edebileceği, onu huzura kavuşturan ve en mühimi de bir umut dayanağı olacak şeyi söyleyeyim.
Bende Xiao Zhan'a söylenecek tonlarca söz varken o esnada ağzımı dahi açamayışım sorun muydu bilmiyorum, gözlerim konuşmuş olsa dahi tam da önümde beni parlak gözleriyle izleyen oğlan somut bir şeyler istiyordu benden.
Söyleyebilirim diye düşündüm, yemin ederim ki her daim söylerdim de. O vakit ne istiyorsa benden hoşnut kılardım onu. Düşüncelerim elbette ki bu yöndeydi. Her ne kadar bunun için hevesim olsa da hüznün getirdikleriyle cesaretimi bulamadım.
Arkadan yaşça büyük olan bir adam Xiao Zhan'ın geri dönmesi için el ettiği vakit yüreğimi bir anda telaş sardı. Ve baktı ki Xiao Zhan ben o vakit bir şey söyleyecek gibi değilim, yavaşça arkasını döndü ve adama doğru davrandı.
Burnumda tüteceksin Xiao Zhan, bedenimi saran korku ve o vakitten itibaren başlayan özlem beni düşünmeden bu cümleyi söylemeye itti. Burnumda tüteceksin ve hayalin gözlerimin önünden silinmeyecek.
Yüzündeki yarı şaşkın ifadeyle adımlarını durdurup da ardında kalan bana döndü. Bakışlarının ne demek istiyorsun sorusuyla aynı manayı taşıdığını pekala biliyordum, yine de es geçtim ve kalbimden ne geçiyorsa onu söylemeye devam ettim.
Yeteri kadar aşina mısın bilmem fakat paha biçemem sana, parmak uçlarına kadar özlerim, o vakit gözlerim dolmasaydı eğer ona sevgi vermek istediğim hususunda ne denli kararlı olduğumu görebilirdi diye düşünüyorum durmadan. Beni bunu düşünmeye iten de gözlerimin hemen oracıkta dolu dolu olmasıydı.
Üstüne üstlük bu gidişin tahminimden uzun sürerse şayet beni bir sonraki vakitte bulduğunda karşında bu denli dik duramam Xiao Zhan, birkaç şey daha vardı söylediğim fakat en net hatırladığım bu cümle ve devamında gelen. Onun nasıl da baştan aşağı titrediğini hatırlıyorum.
Gözlerinin önünde tamamen eriyip bitmiş, çevresine kör sağır, hevessiz, dermansız ve belki de değişmeyen yalnızca Yibo ismi kalmış bir oğlan bulursun.
Gözleri korkuyla büyüdü, kendi de bilmiyordu vaktini. Söylediklerimin yeri ve zamanı ayrı olabilirdi belki fakat hissettiğim korku beni bütünüyle tehditvari bir havaya bürüp onun uzun süreli yokluğunda ne denli acılar içinde kıvranacağımı bilmesini istememi sağladı.
Gördün mü, Xiao Zhan?
Sen yokken ben de yokum.
Bedenim bu taş yığını Tanrı evinde kalsın varsın, ruhumu beraberinde götürmen için ayaklarına kapanırdım. Bu mümkün olsaydı eğer eteklerinden öpüyor olurdum.
Fakat unutmaman gereken diğer şeylerden biri önümde bir sebep olmaksızın her daim eteklerinden öpmeye hazır bir oğlan olduğum.
Öl de öleyim, Xiao Zhan. Kurduğum bu cümlelerdeki ağırlığı anlayabiliyor musun?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.