Bu sabah kahvaltıda marmelatlı ekmek yemedim. Canım hep tatlı bir şeyler istedi. Masanın toparlanmasına öyle böyle yardım ettikten sonra bahçede babama yardım ettim. Geçen akşamın sohbeti tuhaf bir biçimde hiç dillendirilmedi.
Aklımdaysa hala Xiao Zhan vardı. Ağaçları sularken de, verandayı süpürürken de yatağımı toplarken de zihnimin bir köşesi yalnızca ona aitti.
Koşar adımlarla annemin yanına gittim. Serbest olduğumu tamamen unutup öylece kendimi kıstırmaya devam ediyordum bu yüzden dışarı çıkmak istedim.
Herhangi bir süre kısıtlamamın olmadığı gibi istediğim yere istediğim gibi girip çıkabileceğim farkındalığı beni öyle çok heyecanlandırdı ki ses tonuma dikkat edemedim.
Anne, kapı pervazına tutunup da mutfağa doğru sarktığım sırada. Annemse çoktan kuruyan tabakları yerleştiriyordu. Xiao'ların evi nerede biliyor musun?
Annem arkasını döndüğünde sorgularcasına yüzüme baktı. Hemen ardından neden diye soruşuna karşılık net bir cevap vermedim. Sevdiğim çocuğu merak ettim diyemeyeceğime göre geçiştirmek en iyi seçenekti. Annem üstelemedi, üstünkörü ettiği tarif yeterli olmasa da bir şeyler anlatmış bulundu.
Kendimi evden dışarı attım. Öğle vaktinden biraz sonraydı sanırım. Evde de yapacak bir şey bulamadığımdan günü değerlendirmek için hayli iyi bir yol olduğunu düşünmüştüm.
Tarif edildiği üzere kasabanın meydanına kadar gelip sokaklardan birine döndüm. İlerledikçe yollar düzelmiş gibi gelmişti gözüme. Meydan civarı olduğundan taşlar çok daha düzenli döşenmişti.
Neredeyse ayaklarıma dolanan uzun, kahverengi pantolonum, derme çatma ama sıkıca örülmüş krem süveterim bir de içine giydiğim beyaz keten gömleğe baktıkça etrafımda dolaşan takımlı, jilet gibi sosyetik adamlar beni biraz utandırmıştı açıkçası. Paspal bir görüntü sergilediğimi biliyordum fakat bu Xiao Zhan'ı görme isteğimin önüne geçemedi.
Birkaç kişiye daha sordum, tamamen emin olmak içindi. Eninde sonunda tahta kapılı fakat bizimkisi gibi taş duvarlarla çevrili bir ev gözüme çarptı. Bahçesinde bizimkisi gibi çok ağaç yoktu, onun yerine renkli çiçekler yetiştirilmişti. Yavaşça bahçeye girmeye çalıştığım sırada ittirdiğim tahta çit kapı varlığını fark edemediğim bir zile dokundu. Zilin çınlaması pek güçlü sayılmasa da henüz o susmadan bahçenin diğer ucundaki bir kadın başını kaldırarak bana baktı.
Merhaba genç beyefendi, dedi şaşkın bir nidayla. Bir şeye mi ihtiyacınız vardı?
Gözlerim gergince etrafı süzerken ellerimi arkama sakladım. Yanlış yere gelmiş olma olasılığımın fazla olduğunu düşünüyordum aslında bu yüzden biraz sessizce konuştum.
Özür dilerim fakat burası Xiao Zhan'ın evi mi, diye bir soru sordum. Kadın elindeki sulama kovasını yere bırakıp korkulu ifadesiyle yeniden bana döndü. Ellerini beline koydu, oysa ki dediğim şey onu o kadar tetikte hissettirmişti ki çamurlu ellerini yanlışlıkla beyaz eteğine sürdüğünü fark edemedi.
Neden soruyorsunuz onu, sesinin arkasında korku olduğu barizdi. Aynı Xiao Zhan gibi diye düşündüm. Kendini korumak için başkasını kendinden uzak tutmaya çalışıyor fakat bunu yaparken ne kadar korksa da öfkeli görüntüsünün arkasına sığınıyordu.
Ben, dedim gözlerim son bir kez bahçede turlarken. Onun kiliseden arkadaşıyım.
Arkadaş sıfatını kullandığım için öyle bir suçluluk duydum ki ya bu kelimeyi Xiao Zhan duyarsa diye düşündüm. Utancımdan yüzüne bakamazdım çünkü ben onun bırak peşinde pervane olan arkadaşı, beni öylesine bir tanıdık diye tanıtamayacağı kadar uzağında sıradan biriydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.