Bugün sahile gittim. Kasabaya pek de yakın olmayan o sahil yüzünden ayaklarıma kara sular indi.
Birkaç iri parça deniz kabuğu bulabilme şansıma karşın yalnızca küçüklerden bir avuç toplayabildim. Aklımda bana bu vakte kadar yaptığı iyiliklere karşılık yaşlı hanımefendiye küçük hediyeler vermekti.
Kabul ederse Xiao Zhan'a da vermek isterdim bir tanesini. İsterse iki tanesini, isterse hepsini.
Rugan ayakkabılarımın içi tamamen kum dolana kadar sahilde dolaştım. Üstelik vaktin henüz erken olması dolayısıyla kimse de yoktu. Tek başıma dakikalarca bomboş yürüdüm. Güneş gökyüzündeydi fakat hava hafifçe estiğinden dolayı yakmıyordu.
Esmese dahi yakmazdı gerçi çünkü artık kış aylarına yaklaşıyorduk.
Yeleğimin cepleri tamamen kumlu deniz kabuklarıyla doluydu. Eve dönene kadar neredeyse öğlen olmuştu. Sokaklar gittikçe kalabalıklaşmış ve sessizlikten geçilmeyen caddeler bir anda at arabalarının tıngırtısıyla karışık sohbet uğultusuna maruz kalmıştı.
İşin kötü yani öğleden sonra babamın coşkulanıp da mantar toplamaya gitmek istemesiydi. Bir de onunla o kadar, uzun uzun, orman yolu yürümüş oldum.
Annem sepet hazırladı, içinde atıştırmalık bir şeyler olduğunu bakmadan anladım. İpler, bıçaklar, kaseler derken babam eline gelen her şeyi hasır sepetin içine doldurmaya başladı. Halbuki bıçaklar haricinde hepsi gereksizdi.
Dakikalarca yol yürüdüm, hava soğuk olmasına rağmen önceki günler gibi kapalı değildi. Ara ara kendini gösteren güneş yüzünden yüksek ağaçların gölgeleri hep üzerime düştü. Güzel bir görüntüydü.
Mantar toplamayı bilmiyorum, babamın yalancısıyım. Bana gösterdiklerine benzeyen ne kadar mantar varsa hepsini sepetime attım. Babam aralarından birkaç tanesini bu yenmez diyerek ayıkladı. Doğrusunu söylemek gerekirse bir kez daha mantar toplamaya çıksam yine beceremem.
Epey uğraş sarfetmişken vaziyetimiz karşılığında babam derme çatma bir ateş yaktı ve mantarları pişirdi. Pek de hoşlandığım söylenemezdi fakat aç olduğum için yedim. Ardından babam bir süre kestireceğini söyleyerek başındaki şapkayı aşağı kaydırdı ve yüzüne indirdi, ellerini başının altında destek yaparak uyuklamaya başladı. Etrafta dolaşacağımı söyleyerek ayaklandım.
Akşamüstü vakitleri gelene kadar bomboş turladım. Bacaklarımdaki güç neredeyse tamamen çekilmiş olsa da ormanın içinde kuş cıvıltıları ve yaprak hışırtıları eşliğinde dolaşmak o kadar güzel gelmişti ki yorgunluğumu umursamadan gezmeye devam ettim.
Bir müddet sonra kulağıma balta sesleri çalındı. Meraklansam da kendi yolumda ilerlemeye devam ettim fakat tek saniye için işittiğim tanıdık tını dolayısıyla merakıma yenik düştüm ve sesi takip ettim.
O ses bir anda beni kendi yolumdan saptıracak kadar aklımı bulandırdı, sarhoş etmekten de beterdi.
Xiao Zhanla birlikte bizim yaşlarımızda genç bir çocuk ve yaşını almış bir adam tıpkı babam ve benim gibi ormandaydı. Ormanda dolaşırken iki topluluk daha görmüştüm fakat odun kırmak yerine mantar toplayan tek bizdik sanırım. Diğerleri gibi Xiao Zhan ve yanındakiler topladıkları odunları kırmaya çalışıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.