Bir hafta kadar oldu ben son mektubumu yazalı. Aklım fikrim Xiao Zhan iken bambaşka konular üzerinden yazılar işlemek pek de içimden gelmiyor.
Tuhaf günlerdi.
Her daim yan yanaydık fakat bir kez olsun dudaklarını aralayıp da o geceyi konuşmadı bana. Yüzü yoktu. Utancından, o yerli yersiz meydanlara attığı gururundan köşelere sığınıp ağlar yine de ben lafını etmeden o vaziyeti hakkında tek bir açıklama yapmazdı.
Yapmasın varsın, ben almam gereken cevabı pek ala almıştım zaten.
Cevabımı vermekte geciksem de yahut yanlış koşullar altında konuşmuş olsak da diyeceğim bir çift kelime dünden toparlanmış, yüreğimin arkasında halihazırda bekliyordu.
Ona kurmadığım cümleler var, şu sıralar bunu fark etmiş bulunmaktayım.
Mahzenden çıkmayı bekliyorlarmış gibi hissediyorum zira her şeyin bir vakti vardır elbette, ben karar vermesem de kader istediği gibi oynatır bizi parmağında. Bir de bakmışım ki dizlerine kapanmışım, ellerinden öperken ona ne denli sevgi beslediğimden o klasik öğreti cümlelerle bahsediyorum.
Tüm bunlardan ziyade beni şüphe, korku ya da heyecan muallağında bırakan mevzular mevcut.
Bunlardan ilki, hatta belki de en önemlisi yahut tek sebebi, Xiao Zhan'ın iki gün sonraki yolculuğu.
Gideceğinden haberdar olmak şöyle dursun, ben istersem onunla aynı vakitte aynı kasabadan bir diğerine taşıyayım varımı yoğumu. Aynı hissiyat peşimi asla bırakmayacak çünkü bilhassa Tanrı'nın bu çatısı altında yaşadıklarımızın bir daha tekerrürü olmayacak.
Her ne kadar acı da verse gözüm gibi saklarım her anımı.
Beni bugüne bu denli değiştirip de büyüten acıların hepsi elbette ki Xiao Zhan'dan gelme değil nihayetinde fakat beni büyüten Xiao Zhan olsun diye arzu edip bu yönde kabul buyuruyorum.
Dün kütüphanedeydim, zihnimi dinginleştiren yegâne odada. Ne vakittir çarşı iznine de çıkmıyordum bundan mütevellit de tüm günümü duvarlara baka baka yakarıp da Tanrı'ya ağlamakla harcamak içimden gelmemişti.
Nerede olduğumun bir mühimmatı bulunmuyordu, bilhassa kendisi şu vakitler ben her neredeysem oraya gelmek konusunda pek bir hoşnut görünüyordu.
Dün de aynı vaziyetini koruyarak ardımdan kütüphaneye geldi fakat yalnız ikimiz yoktuk bu kez. Bizim haricimizde üç öğrenci daha mevcuttu o odada. Sıradan vakitlerde asla dolmayan kütüphane o vakit küçük yapısından dolayı kalabalık gibi durmuştu.
Ne yazık ki ben bu vaziyete nefret kusar oldum.
Nedeni saçmalıktan ibaret olsa da aklımda bir yerlerde o mahali öylesine bizim misali saymıştım ki bir başkasının o odada bulunması küllerimden yakmıştı beni. Bundan mütevellit onların her sayfa çevirişinde, her hareketinde, nefes iç çekişlerinde, tahmin edilemeyecek en ufak şeylerinde homurdanırcasına yerimde kıpırdanıyordum. Haksız olduğumu bildiğimden ağzımı açıp da tek kelime edemediğimden kütüphane dar olmuştu bana.
Ta ki Xiao Zhan gelip de yamacıma kurulana dek.
Önümde bir önceki günden yarım bıraktığım kitaplar mevcuttu ki mahsus bir başka ciltlerini okuyordum. Böyle yapıldığında değiştirilen ve sansürlenen bazı paragrafları fark edebiliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.