Birkaç gündür yazmıyorum. Pek içimden geldiği de söylenemezdi açıkçası. Kısaca özet geçmem gerekirse yaşlı kadınla ettiğimiz sohbet belki daha uzun sürer belki de en az beş altı sayfa harcamam gerekirdi. Çokça şey anlattı bana, neler yapmam gerektiğini ve nasıl davranmam gerektiğini de söyledi. Üstelik anlattığı şeyin bir tek bunlardan oluşmaması beni ürküttü.
Kasabamızda bir falcının olması beni başta gerse de düşündükçe yokluğun içinde varlığı görme yeteneği hoşuma gitmeye başladı. Dükkandan ayrıldığım zaman arkamdan o da dükkandan çıktı ve bana yine gelmemi ayrıca isterse sorularımı cevaplayabileceğini söyledi.
Üstü kapalı bana fal bakacağını dile getirdi yani.
Kiliseye döndüğümde hava çoktan kararmıştı ve akşam yemeğinin son dakikalarıydı. İçeri girdiğim anda rahibelerden biri beni fark ettiği gibi dudakları arasından büyük bir rahatlama nidası döküldü.
Yibo, dedi gür ses tonuyla. Nerelerdeydin, Tanrı aşkına?
Geldim, demekle yetindiğim vakit hızlı adımlarla oradan ayrılmak istediğim için arkamı döndüm ama o rahibe hafif sitem karışan sesiyle yeniden bana seslendi.
Yibo peder bu saate kadar başıboş gezdiğini öğrenirse eğer başın büyük belaya girer. Hemen odana git ama eğer açsan yemekhaneye geç. Biraz bir şeyler kaldı.
Arkamı dönüp kafamı sallayacağım vakit beni bu fikirden vazgeçiren şey Xiao Zhan'ın kendisiydi.
Hayır, bir adım geri attım ama gözlerim yemekhane kapısının pervazından başının yarısını çıkarıp kaçamak bir vaziyette beni izleyen çocuğun üzerindeydi. Ona baktığımı fark ettiği gibi kendini biraz daha gösterdi, onu görmüştüm nasıl olsa. Bu yüzden sorun etmedi fakat yüzünde yakalanmış olmanın getirdiği bir mahcupluk da vardı.
Aç değilim, yalan söyledim!
Tanrı'm, çok açtım. Utanmasam odamda özenle sakladığım kitapları bile yerdim çünkü sabahtan beri hiçbir şey yememiştim. Ve yine sabahtan beri hiçbir şey yemediğimi düşününce daha da acıkıyor gibi hissediyordum. Yine de bir şekilde gurur yaptım, biliyorum oldukça saçma ama, Xiao Zhan'ın yanına gidip de bir kez daha ezilip büzülmek gelmedi içimden.
Ve o, onun yanına gitmek istemediğimi oldukça iyi anladı. Hafifçe çatılan kaşları ve aralanan ufak kiraz dudakları aklımı bu kez çelemedi, ona hala oldukça değer veriyor olmam kırıldığım noktaların üzerini örtemiyordu sonuçta.
Odama adımladığım sırada benimle iki rahip çocuk da odalarına çekildi. Yemekhaneden çıkıp da gidenlerdendi. Aç acına odama girdim, masama oturdum ve yalnızca dakikalarca oturduğum yerden kalkmadan astığım çiçekleri izledim. Hatta bir ara kütüphaneye gidebilir miyim diye bile düşünmüştüm fakat peder odamızda kalmamızı istediği için buna izin vermezdi. İbadet insanın kendisinden bile daha önemliydi onlara göre.
Sen yaşama ama söylediğin milyarlarca kelimeyle sizin tabirinizle doğmayan ve ölmeyen o sonsuz güç ve kudret sahibi Tanrı'nın varlığını yaşat, o da seni bunun koşulunda kutsasın.
Serzenişi bırak artık, Yibo.
Bir şekilde uyuyakaldım. Sabah her zamanki vaziyetimle uyanıp kahvaltıya indim. Yine dua ettim, yine çoğu zaman yediğim şeyleri yedim.
Aralarında en güzeli gül marmelatıydı.
Xiao Zhan'ın gözü ara sıra üzerimde oluyordu fakat ben ona hiç bakmadım. Muhtemelen neden böyle yaptığımı düşünmeye başlamıştı ki hala bile buna net bir cevabım yok.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.