Muhtemelen son iki haftalık vakit içinde yaşananlardan dolayı kendimi açıklayacak olursam eğer, şu dermansız dudaklarımın arasından karmakarışığım kelimesi dökülürdü. Uykularımdan olacak, okuduğum ayetlerin anlamlarını sarsacak hatta ağrıyan göğsümden mütevellit tıpkı acı çeken orta yaşlı bir adam gibi duvarın dibine çökmeme neden olacak olayı hala daha tam manasıyla açıklığa kavuşturabilmiş değilim.
Anneme ve babama bunu anlatabilmek isterdim fakat ne yazık ki bu yatılı mektep ben yavaş yavaş farkına varıyor oluşumdan kaynaklı bir kafes gibi gelmeye başladı. Girmek ayrı çıkmak ayrı uğraştı. Tevekkül sınırlarını çoktan aşmış olan ailem Tanrı'nın sağır ve kör kuklalarına dönüşmüş ve beni bu genç yaşımda, henüz birkaç bahar görebilmiş bu toy çocuğa, dünyayla alakalı hiçbir şey öğretmeden bu mektebe getirdikleri için onları asla affedemeyeceğim bir yola girmişlerdi.
Bencil miydim, hayır. Belki de evet. Ayırt edebilmek biraz meşakkatliydi. Bu hayatı ben yaşıyorken neden onların görüşleri arasında kapana kısılmam gerektiğini sorgulamak tıpkı az önce yazdığım gibi beni bu mektebin bir kafesten farksız olduğunu düşündürmeye itti.
Yine de ses etmedim, kendi kendime kazandırdığım o yarım erdem ahlakımla tek başıma dayanmaya çalıştım. Doğru olanı bulmak oldukça kuvvetli bir sabır gerektirirdi fakat ben, tıpkı bir volkanın patlamadan önceki sarsıntısı gibi yerimde duramayan ve sınırıma neredeyse ulaşmış bir gençtim.
Dayatılan kilise kuralları, okumaya zorlandığım ve günde bilmem kaç kez manasını açıklamaya çalıştığım ayetler, ruhban sınıfının gizledikleri, yanlışlıkla duyduklarım, kör cahil kasaba halkı ve tüm bunların arasında parlamasına izin verilmeyen ben konu olacaksa eğer, o ışığın son demlerini yaşadığını gören herkes layıkıyla dile getirebilirdi.
Bugün pazar, her ne kadar söylemek için geç kalmış olsam da gece yarısına yakın bir saat sanırım. Odamda saat yok, peder herkesi akşam saat sekiz buçuk civarında odasına yollar ve bir süre tek başımıza Tanrı'ya ibadet etmemizi ister; bir pencerem, bir masam, klasik odadan farksız bir biçimde bir yatak ve bir de ahşap dolaba sahibim. Üstelik iki kapaklı dolap bu kadar büyük olmasına rağmen her gün aynı siyah cübbeyi giymek oldukça gurur kırıcı.
Renkleri severim, yeşili ve kahverengiyi ayrı yerde tutuyorum sanırım. Tıpkı orman doğası gibi, çok hoş. Düşündükçe bile sanki orman meltemini ensemde hissedebiliyorum. Fakat ne yazık ki cübbe siyahını bir türlü sevemedim.
Dünya nimetlerinden yararlanmam karşılığında kendisine teşekkürümle gönül bağlamamı isteyen Tanrı'ya karşılık azla yetinmemi söyleyen peder arasında sıkıştım kaldım. Açgözlü değilim, sadece özgür kalmak isterim.
Okumak istediğim romanlar yatağımın altındaki yırtık karton kutuda saklı, bu taş duvarlarsa çarşı izni sırasında belki de tek kafa dengim olan o yaşlı kadının elime tutuşturduğu kurutulmuş çiçeklerle süslü halde. Zar zor izin alabildiğim çarşı iznimin neredeyse uçup gitmesine ve odama çiçek astığım için bir erkek olarak görülmeyişimin cezasını almama ufacık bir payın kalmasına sebep olan o kuru dallar beni başkaldırmaya zorlayan etkenlerden yalnızca biriydi.
İçimi kağıda dökmemi söyleyen o yaşlı kadındı, ona karşı ağzımı bile açmadım, sadece tezgahına bakındım. Hanımefendi bu sorum size: O kadar mı mutsuz görünüyorum?
Daha bu fikri tereddütüme rağmen ilk kabul edişimde üç cümleden öteyi geçemem diyerek düşüncelerimin arasında kaybolup gitmişken şimdi bakıyorum da yazmaya doyamayışımdan dolayı ağlıyorum. Mürekkebimin dağılmaması adına pek bir çaba harcadığımı yazsam çok mu yersiz olur diye düşünmüştüm fakat bunu yazmamayı düşünmek de bir düşünce ve ben bunu, bu saman kağıdına aktarmış bulundum. Dediğiniz gibi hanımefendi, kalem kağıdın üzerinde su edasıyla akıp gidiyormuş sahiden, bilginize.
Kağıdım bitmek üzere.
Öte yandan kimseye konuşamıyor, derdimi anlatamayıp kendime uygun birini bulamıyor oluşumun yalnızlığı beni yakında tamamen yok edecekmiş gibi hissediyorum. Yalnızca tek bir canım var, doya doya yaşayıp hata yapamayacaksam, bunlardan ders alamayacaksam, kendimi geliştiremeyip yine kendimi bulamayacaksam o halde tüm bunların ne manası kalıyor?
Yaşamam için ruhumu yeryüzüne gönderen de, bana bir beden bahşeden de, düşünmemi sağlayıp sevmemi emreden de Tanrı'yken ne hakla bana yaptıklarımın yasak ve günah olduğunu söylerler?
Tanrı'm bana bu duyguları ve aklı bahşeden sen değil misin? Adaletli olan da sen değil misin, neden hiçbir şey yapmıyorsun, neden kayıtsızsın? Beni cennetine alabilmek için bunlarla mı sınıyorsun yoksa? Peki ya bu hayattan apayrı yaşamları olanlar ne olacak? Sen herkese eşit yaklaşan, hak yemeyen yaratıcı değil misin?
Bir üzüm ve bir incir nasıl olur da birbirinden bu kadar ayrıyken aynı tadı bırakır?
Hiç mi kıymetim yok?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Fiksi SejarahTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.