Yaptığım her şey bir sonraki şeyi tetikliyor ve ben aslında neyi yanlış yaptığımı fark edemeyecek kadar Xiao Zhan'a kör kaldım.
Bir önceki kağıtta yazdığım gibi çiçeğimin telaşesi hala daha devam ettiği için içimden bir ses onu daha da sıkıştırmam gerektiğini bana hatırlatırken kimsenin vicdanını sorgulayacak vaziyette değildim. Birilerinin ayakta uyuması da benim dediklerimle uyanması da benim ettiğim laflar sayesinde oluyordu.
Bunun da ötesinde Xiao Zhan'a beni defalarca kırdığı için öfkemi kussam da yazılarımda çiçeğim diye bahsetmem beni suçlu hissettiriyor.
Tıpkı ona büyü artık demem gibi. Dediklerime takılacağını ve bir süre bunu düşüneceğini biliyordum. Yine de sanki dile getirdiklerime aldırmıyormuş gibi odamdan çekip gitmeye kalkması beni biraz daha öfkelendirdi.
Yarım kalan her şeyden nefret ediyorum. Huzursuzsan konuş benimle, benden rahatsız olduğunu dile getir ve sana olan ilgimi bitirmemde yardımcı ol. Ne diye sürünmemize neden oluyorsun?
Aklımdan onlarca şey geçti.
Arkasından ayaklandım ve hızlı adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatıp araladığı kapıyı sertçe kapattım. Farkına varmadan sıkıştırdığım bedenini kurtarmak için hamle yaptı ve kapıyı kapatmak için kaldırdığım kolumun altından sıyrılarak benden uzaklaştı.
İkimizi de yavaş yavaş bitiriyorsun fakat senin haberin dahi yok Xiao Zhan, fısıldayarak bağırsam da bedenimi ele geçiren öfkeyi hissedebildiğine adım gibi eminim. Diğer çocukların uyanması demek yakalanmamız demekti.
Ne diye geldin odama, ona doğru bir adım atışım onun da geriye doğru bir adım atmasına sebep oldu. Telaşla ve hızla inip kalkan bedenini görebiliyordum. Bunun yanında o her daim hiç de sağlam olmayan tutuşunun kendisi de farkına varmış gibi tepsiyi masamın üzerine bıraktı. Kollarındaki güç tükenmişti.
Tam da bunları yazdığım kağıdın üstüne.
Ne diye vicdanını yatıştırmaya çalışıyorsun, ona doğru bir adım daha attım. Senin bana yapmadığın ne kaldı, yüzümü sildirmekle vicdan azabın diner mi zannediyorsun sen?
Kolay mı bu kadar Xiao Zhan, söyle bana?
Sus, cümlemi bitirmemi beklemeden susturdu beni. Ne olursun, konuşma artık.
Ellerini kaldırdı ve ağladığı için yüzüne kapattı. Artık göremediğim yüzüne yeniden o çelimsiz omuzları eşlik etti. Adım seslerimi duyduğu için birkaç adım daha geriledi ve en sonunda küçük sırtı duvara çarptığında durdu. Yere yığılacakmış gibi duran bedenine, her adım atışında cübbenin altından belli olan incecik bacaklarına baktım.
Bu konuyu açıklığa kavuşturmadan şu odadan dışarı adımını atamazsın Xiao Zhan, dediğimde ellerini yüzünden indirdi. Kıpkırmızı gözlerini bana sabitledi. Burnunu çekti. Ardından elleri dermansızca iki yanına düştü.
Zorlama beni, dediğinde beklemeden bu kez sözünü ben kestim.
Ben bunca zamandır zorlanırken kim benimleydi, diyerek bağırdım ona. Fakat sesimin kontrolsüz bir biçimde çıkışından dolayı hemen sesimi alçaltmak zorunda kaldım.
Madem benim sana saldırmamdan, seni günahlara sürüklememden bu kadar çekiniyorsun o halde neden odamda olduğunu açıkla bana. Adımı söylemekten bile o kadar acizsin ki, içinde bana karşı öyle bir şey var ki beni gözünde bu kadar büyütmen canımı yakıyor. Defalarca dile getirdim Xiao Zhan, sana hiçbir şey yapmadım ben. Sen neden bana bunları yapıyorsun peki?
Sakın, dedim yeniden ağlayacakmış gibi bir ifadeye büründüğü için. Seni bir kez daha ağlarken görmeyeyim, sakın.
Sözümü dinledi. Gözlerini kapattı, elleri yumruk biçiminde kapandı. Her şeyden soyutladı kendini.
Çok zorlanıyorum, demekle yetindi. Kaşlarımı çattım ve ona ne demek istediğini sordum. Bir kez daha aynı şeyi söyledi fakat bu sefer sesi daha ağlamaklıydı.
Çok zorlanıyorum, Yibo.
Adımı söylemesinin sebebi benim ona adımı söylemekten aciz olduğunu söylemem değildi, her ne kadar başta öyle sansam da, aklı sıra benimle denk olduğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Çektiği acıların benimle denk olduğunu, tıpkı onun da benim gibi karmakarışık olduğunu görmemi istedi.
Madem içindekileri kimseye anlatamamandan yakınıyorsun, derken sesinin arkasında yaptığı kıyastan doğma bir öfke vardı. Beni düşün. Ben ne yapacağım, Tanrı aşkına? Kendini dışarı atabilme cesaretine sahipsin, fevrisin. Ben kime gidip de derdimi anlatacağım ki? Otuzuma yaklaştım, şurada ne kaldı ki? Bu saatten sonra gidip de birine bir şey açıklasam kim ne der benim için?
Bunlardan da öte bunun günahıyla nasıl yaşarım, dedi bir elini kaldırarak dudaklarının üzerine kapattı. Eski huzuruma, yalınlığıma tekrar nasıl kavuşacağımı öğret bana.
Hep ağlıyoruz, ne acıklı ne meşakkatli hayatlara sahibiz. Sesinin çıkmaması için kendisini öyle tutuyordu ki kendisini sıkmaktan yüzü kıpkırmızı olmuştu. Minicik yumruğuyla sırtını duvardan ayırmadan duvara vurdu. Hayal kırıklığı barındıran tebessümlerimden biri yeniden yüzümdeki yerini aldığında şöyle düşündüm.
Seven bir şekilde sevdiğine benziyor.
Birkaç adımlık mesafeyi kapattığım esnada ayak seslerimi duyduğu için gözlerini açtı. Ne yaptığımın farkındalığı onu bulduğunda aniden elini dudaklarından çekti ve boştaki eliyle birlikte beni durdurmaya çalıştı. Fakat bunlar beni durdurmadı. Kollarımı tüm gücüyle onun zayıf bedeninin etrafına doladım.
Yibo, diyerek saygısızca çağırdı adımı. Onu dinlemek istemedim. Benden ufak bir farkla kısa olmasını fırsat bilerek yüzümü onun boynuna gömdüm.
Elleri omuzlarıma tutundu.
Yalvarırım Xiao Zhan, derken ayaklarına kapanacak haldeydim. Bir süre izin ver bana.
Tanrı'm sana yemin olsun öyle güzel kokuyordu ki Xiao Zhan'ın teninde yok olmak istedim. Ellerimle belinin iki yanından sıkıca tuttum onu.
Karşılık verme bana, dedim. Ufacık bir şeyde kendini suçlayacaksın biliyorum bu yüzden görme beni.
Bir kez daha sözümü dinledi. Elleri yavaşça omuzlarımdan çekilecekken korkuyla ve düşünmeden konuştum. Karşılık vermemesini kendi ağzımla söylemiş olmama rağmen o ellerini çekmek üzereyken telaşa kapıldım.
Ama, dedikten sonra bir süre sessiz kaldım. Karşılık verecek olursan eğer, gör bak Xiao Zhan, etrafında çiçekler açtıracağım senin. Tanrı bile kayıtsız kalacak bize çünkü sana da Tanrı'ya da yeminler olsun seni ömrüm boyunca tertemiz sevmeye devam edeceğim.
Bu sevgiyi kaldıramadım, ellerinin hala daha omuzlarımda durması çok ağır geldi kalbime. Sancılar arasında teklemeye başlasa bile görmezden geldim.
Burnumun ucunu hafifçe onun boynuna dokundurdum, parmaklarım rızam dışında onun belini daha da sıkı kavradı. Canı yandığı için acıyla ismimi fısıldadı.
Kendimi kaybetmenin eşiğinden döndüm.
Gözlerim ol Xiao Zhan, dedim. Ona olan saygım hep sonsuzdu.
Gözlerim ol ve kendini benim gözümden gör. Belki o vakit bahsettiğin ateşlerden ne kadar uzak olduğumuzu anlarsın.
Daha fazla dayanamadı, nefesleri dahi bir süre sonra ritminden şaştı. Çok yakınımdan duyduğum nefesleri öylesine titremeye başladı ki onu zorladığımı fark ettim. Bunu fark ettiğim anda da omuzlarımdaki elleriyle beni sertçe geri ittirdi. Masanın üzerindeki tepsiyi hızla aldı ve koşarak odamı terk etti.
Çok yazık Xiao Zhan, gözlerinde parlayan yaşlar çoktan göz hapsime girmişti. Fark edemedin.
Kendini saklamak için çok geç kaldın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.