Xiao Zhanla geçirdiğim geceden sonraki sabah uyandığımda tek başımaydım.
Çan kulesinde kendimi harap edişimin üzerinden ne kadar geçti ki Xiao Zhan bu günah çıkarışım yüzünden aklımdan uçup gitsin, Tanrı'm aklım hala onda.
Yaptıklarımı unutmuş gibi davranışım yüzünden kendi sadakatimi dahi sorguluyorum fakat sen ne olursun beni görmezden gel.
Bunun yanında oldukça fazla uyuduğumu da biliyordum, güneş neredeyse en tepedeki yerini almıştı. Yerimden dönmeden öylece uyumuş olmamdan dolayı tüm bedenim uyuşmuş sayılırdı. Sırtımdaki ıslaklığı da fark ediyordum üstelik muhtemelen yan yatmaktan yaralarım yeniden kanamış ve sargılarımı kirletmişti.
Hareket edemiyor değildim, gücümün birazı tekrardan bana geri kazandırılmış gibiydi. Aklımda birkaç şey daha dönüp dururken odanın kapısı tıklatıldı ve hekim içeri girdi. Günümün dinç ve Tanrı'nın sevgisiyle korunarak geçmesi adına uzunca bir cümle kurdu fakat ben bunu net olarak kavrayabilecek kadar ayık değildim o an.
Sargılarımı değiştirirken bana nasıl hissettiğimi sordu, gevelediğim kelimelerden bir anlam çıkarmış gibi beni onayladı.
Sizden bir şey rica edebilir miyim, diye sorduğum vakit elleri yavaşladı. Ne diyeceğimi merak ettiğinden bekledi ve tek bir söz söylemese de sessiz kalışıyla beni dinliyor olduğunu anladım.
Bu vaziyetimden ailemin haberi olsun istemiyorum, arkamı göremesem de sanki onu görebilecekmişim gibi başımı hafifçe çevirip yanıma doğru baktım. Olay hiç başlamadan kapansın istiyorum bir yandan da bana özel kalsın. Nihai sebebim olarak şunu söyleyebilirim ki bu, her koşulda Tanrı ve benim aramda olan bir meseleydi
Reddederek durumumun oldukça önem arz eden bir durum olduğunu ve saklamanın her türlü manasız olacağını dile getirdi. Kendince haklıydı, sır saklamak büyük günahtır dedi. Oysa ki bu herkes için en iyi seçenekti. Kesin ısrarlarımın sonucu olarak sessiz kaldı ve kabul ettiğini dile getirdi.
Xiao Zhan nerede, diye bir soru sordum. Bir önceki gece hakkında ağzımı açmadım, açamazdım zaten. Sorumun hemen ardından da o da ses etmedi, biraz homurdanır gibi olsa da devamında net bir cümle kurdu bana.
Nerede bilmiyorum, dedi henüz işini bitirmemiş halde. Muhtemelen evine dönmüştür.
Başımı sallayarak önüme döndüm. Bile bile sessiz kaldım, bu raddeden sonrasında bir daha soru sorarsam karşılığının neden diye sorulacağını gayet iyi biliyordum. Aklımın bir köşesinde Xiao Zhan her daim olurdu, onu düşünmeden geçirdiğim saniyelerin varlığı bu hayatta yaşanmamış sayılırdı benim için.
Çok da bir şey yaşanmadı aramızda, hekim işini bitirdikten sonra merhemlerini ve sargılarını toparladı daha sonra şifa dilekleriyle bulunduğum odayı terk etti.
Yine tek başıma kaldım, Xiao Zhan'ın bana tatlı tatlı konuşmasını ne de isterdim aslında.
Sargılı bedenim cübbemin altında gizlenmiş bir halde giyindim ve öylece odada zar zor, adım adım dolaşmaya başladım. Kan revan içindeki bedenim göz önüne getirildiğinde belki de günlerce ayağa kalkamayacağım düşünülürdü fakat ben o kadar da berbat bir vaziyette değildim. Yeminler olsun o sıkıcı odada ilgimi çekecek tek bir parça göremedim. Aradan yarım saat kadar bir vakit geçip gitmiş olabilir emin değilim. Çok da dikkat etmedim açıkçası.
Nihayetinde daha fazla odada tıkılı kalmaya gönlüm el vermedi ve duyduğum can sıkıntısından mütevellit kendimi beklemeden dışarı attım. Ayağa kalkmamam gerekirdi çünkü her adım atışımda, sargılarımın altında yaralarımın gerildiğini hissedebilmek kadar iğrendirici bir his yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Fiction HistoriqueTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.