Kollarımın arasında bir yaprak gibi titreyen, Xiao Zhan.
Seni darmadağın etmek bu vakte kadar adını dahi aklımdan geçirmediğim bir günahtı fakat o an sen öylesine dağılmışken ben aklıma nasıl mukayyet olayım?
Omzunla başın arasında kalan her bir noktaya her uzanışım ne diye seni delirtmiş gibi daha çok tutundun bana?
Tek elim hala daha gözlerini örterken diğerini tam da göğsünün üzerine, tam kalbine koyduğumda hissettiğim şiddeti bana nasıl açıklayacaksın?
Kıvranıyordun, Xiao Zhan.
Hıçkırıkların, sızlanışların, etrafını göremeyip de dermansızca kollarıma tutunuşun beni ne hale getirdi, peki ben bunu sana nasıl açıklarım?
Yibo, diye adımı çağırdın. Gözlerim rızam dışında kapandılar. Bana seslenen dudaklarını parçalamamak, canını yakmamak adına öyle büyük bir savaş verdim ki kimse benim kadar sabırlı değil.
İçimde büyük depremler olsa da seni her öpüşüm naziğin de naziğiydi. Öyle ki hızla inip kalkan göğsün ben teninle yüz yüzeyken ağır ağır havalanıyordu. Parmakların sıkıca tutunduğu cübbemi bırakmadan sağa sola kayarken dudaklarından kaçan bir başka inleme yüzünden girecek delik aradın. Pekala farkındayım bunun.
Gözlerimi aç, bir türlü bir araya getiremediğin bu iki kelime inlemelerinden çatlayan sesin dolayısıyla varlığını tamamen bozdu. Yapmadım. Seni öyle korumak isterdim aslında, halbuki senin yanıp tutuştuğundan bihaberdim.
Yalvarırım Yibo, elimi yavaşça gözlerinden çektim. Güneşin ufukta giderek kaybolmasından mütevellit git gide kararan hava yüzünden, odası ilk geldiğim andaki gibi aydınlık olmasa da, o loşlukta dahi gözlerini birkaç kez kırpmak zorunda kaldı.
Gözlerinden çektiğim elimi başının hizasına koyup bekledim. Ne yapacağımı bilmediğimden, onun da ne yapacağını kestiremediğimden öylece durdum. Tahmin ettiğim tepkiler değildi hiçbiri. Gözleri açlıkla harmanlanmış gibiydi. Kıpkırmızıydı, kan çanağına dönmüş gözleri benim gözlerimde takılı kaldı. Hiçbir şey söylemedi ve belki de Xiao Zhan ilk defa böyle bir adım attı bana.
Bulanan aklına rağmen azimle dinç tuttuğu bir yanı mevcuttu ki bu yanı sırtımda duran eliydi açıkça. Üzerine eğildiğimi, onu öpmekten ufacık da olsa şişen dudaklarımı ya da benim herhangi bir ayrıntımı görmezden gelip zarif elini enseme yerleştirdi. Beni usulca kendine doğru çekti, ta ki dudaklarım boynuna yeniden değene kadar.
Yaptıklarından sonrası ne kadar sağlıklı olur bir yandan da bunu düşünüyordum çünkü Xiao Zhansa konu tetikte olmadığım an yoktu.
Yibo, ağzının içinde kısıkça geveledi adımı. Lütfen.
Cümlelerini toparlamayadı. Kendiliğinden kapattığı gözlerini uzunca bir vakit boyunca da açmadı. Yerde öylece yatıyor olsa da bir eli ensemdeyken, incecik bacakları sağ bacağımın yanındaydı.
Sızlandı, adımı defalarca çağırdı fakat ben kalakaldım. Durmam gerektiğinin de farkındaydım. Çekilmem gerekirdi, onu kendine gelene dek başında beklemem ve hiçbir şey olmamış gibi çekip gitmeliydim. Hata yapıyordum, böyle düşünüyordum.
O esnada Xiao Zhan daha da ağlamaya başladı. Son kez adımla seslendi. Aklı uçup gitmiş gibiydi.
Bir kez özgürlüğün tadını aldığında gerisini düşünemeyecek, aslında olağan yaşantısına ne denli tezat davrandığını fark edemeyecek kadar sarhoş oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Fiksi SejarahTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.