Kütüphaneden yazıyorum bu kez. Xiao Zhan hemen az evvel yanımdaydı. Beni hayretler içinde bırakacak konuşmalarımız oldu. Unutmamak adına hemen mektup yazma kararı aldım. Her şeyin en başından anlatıyorum.
Sabah kahvaltısı, ayet okumaları, ayinler, ilahiler her şey her günküyle birebir aynıydı. Zaten bu mektepte başka ne yapılabilir ki?
Değişiklik olması için kütüphaneye geldim, amacım daha önce yarım bıraktığım kitabı yanlış olsa da okumaya devam etmekti. Her neyse dediğim gibi kütüphaneye geldim, bomboş olmasından dolayı daha önce nereye oturduysam oraya geçtim oturdum.
Kitabı raftan aldım yazmayı unuttum.
Bir süre okuma yaptım. Belki yarım saat kadar bir vakit geçmişti ki demir kapı aralandı. Peder geldi sandım. Öyle korktum ki hareket edemedim bir an çünkü yemekhaneyi terk ettiğimden beri rahibelerin beni pedere şikayet etmesini bekliyorum. Gelen giden yok.
Peder olduğunu düşündüğüm kişi gittikçe salonun ortasına kadar geldi fakat aniden yan döndü. Bir şey unutmuş gibi olduğu yerde dönüşü aceleciydi. Belli etmeden ona bakmak için kafamı kaldırsam da yalnızca rafların arasında kaybolan cübbesinin eteğinin ufacık bir parçası gözüme takıldı.
Xiao Zhan'dı, kucağında topladığı farklı basım İncillerle karşıma oturdu. Vakit kaybetmeden ortalardan biraz daha ilerilerden bir sayfa açtı ve okumaya başladı. Önceki akşamdan mütevellit ona bakmaya yüzüm yoktu. Devril karşımdan, diyerek bağırsa ses etmeden çıkar giderdim. Ben aklımda senaryolar uydurmaya devam ederken sessizliği bir anda böldü, kalbim tekledi.
Gözlerin hep üzerimde, dedi bana. Konuşuyor olmasına rağmen gözleri önündeki İncil'in yıpranmış sarı sayfalarında geziniyordu.
Öyle korktum ki kurguladığım senaryolar gerçeğe dönüştü sandım. Paniklediğimi gördüğü için kaşları çatıldı, bir şeyleri anlamlandırmaya çalışan yüzü pek güzeldi, ne diyeceğimi bilmiyordum çünkü söylenecek hiçbir şey yoktu.
Seni gözetiyorum, diye bir yalan ortaya attım.
Gözleri kocaman açıldı. İfadesi hemen yumuşadı. Masanın üzerinde duran sol elinin yumruk haline geldiğini fark ettim, dediğim şey yüzünden afalladığı barizdi. Sırf bundan mütevellit onu rencide edecek ya da kendisini böyle hissedeceği hiçbir şey söylememeye çalıştım. Ama nedense yumuşayan ve arkasında minnet barındırdığı bakışları ani bir değişim geçirerek solup gitti.
Kaşlarını öyle bir çattı ki olduğum yerde bir kez daha küçüldüm.
Neden, diye soruşunun arkasında dolu dolu korku olduğunu herkes sezerdi. Güçlü görünmek için öfkeli bir surata büründüğünü fark etmek beni duvardan duvara vurmuş gibiydi. Göğsümün ortalarında bir yerde bir ağrı, bir ağırlık peydahlandı. Belli edemedim.
Kendi kendime düşündüm, Tanrı'ya dahi dürüst olamıyorum. En azından gözlerimin önünde duran bu çelimsiz çocuğa, değer üstüne değer bahşettiğim gencin karşısında doğruları söylemekten kaçınmamalıyım.
Narinsin, diyebildim başta. Bu kelimenin dudaklarımdan kaçışı bile bir mucize sayılırdı. Bunun Xiao Zhan'a karşı onun güzelliğini haykırmaktan ne farkı vardı?
Bakışlarında derman yok, ellerinde derman yok, neflerde yürüyüşün ruhtan farksız. Sana arkandan baktığım her seferinde düşünüyorum ki yanına gidip ona destek olmalıyım.
Böyle söyledim; artısından eksisinden, noktasından virgülüne kadar eksiksiz aktardım. Gözlerime bakışı yolundan saptı, daha da afalladı. Aralanan kırmızı dudaklarının arasından gözüken minik dişleri hafifçe kaşlarımı kaldırmama sebep olmuştu hatta.
Masadaki elini tıpkı diğer eli gibi kucağına indirdi ve dar omuzlarıyla olduğu yerde eğilip küçüldü, elleri cübbesinin eteğini hapsetti.
Olur da düşersen eğer o vakit seni kolundan mı yoksa elinden mi tutarak kaldıracağımı yüzlerce, binlerce kez düşündüm ben, dedim kısık bir sesle. Aslında istemeden böyle gelişti, böylesine içimden konuşmak benim iradem dışında kalan bir şeydi.
O vakit susamadığım için az kalsın dilimi lanetleyecektim. Kelimeler dudaklarımın arasından kaçıp gittikçe tonlarca cümle ağzımın içine doldu.
Beni göremiyor olsan da duyamıyor olsan da tüm bunlardan ziyade bile bile görüp duymak istemiyor olsan da, nerede ne halde olduğum bir önem arz etmiyor, elinden tutup kaldırırım seni, dedim. Zihnim sisin içinde kaybolmuş gibiydi. Biraz düşünmeden konuştum.
Yeter ki gör beni.
İsa'yı anarken yaşlarla dolan gözleri benim için doldu. Ağlamasına katlanamayıp perişan olan ben bencillik ettim, kibirlenip bir günah daha işledim. İçimden benim için ağlıyorsa ağlasın diye geçirdim.
Yanakları parlayan yaşlar sayesinde ıslanarak gözümde ışıl ışıl parladı. Omuzları gözle görülür bir biçimde çöktü. Alt dudağı büzüldü. Gerçekten ağladı karşımda. Umutlandığım için yok olmak istiyorum.
Yasak, diyerek yüzüme bakmayı sürdürdüğü sırada kocaman bir hıçkırık kaçtı dudaklarından. Başını iki yana sallayarak kucağında ellerini göğsüne kaldırdı. İç içe geçmiş iki yumruğu kalbinin üzerine yaslandı.
Çok günah, dedi başını iki yana sallarken. Sonra ekledi.
Çok büyük günah. Peder duymasın.
Yüzüne bakmakla yetindim, bir şey söylemedim. Bunu umursuyorum mu zannediyordu? Yıllardır aykırı davranışlarımı az da olsa fark etmiştir diye tahmin etmiştim fakat onun gözünde bu kadar görünmez olduğumu fark ettiğim ilk saniyeden itibaren gözlerim hayal kırıklığımı içimden söküp atmamı, beni rahatlatmamı istiyor gibi yaşlarla doldu.
Elinden tutup seni kaldırmakta kararlıyım, dedim. Dünyanın başıma yıkılmasına ramak kalmıştı sanki. Yüzüme öyle bir ifadeyle bakıyordu ki bir kez daha kendimi açıklama gereği hissettim.
Saf olan hiçbir şey günah değildir Xiao Zhan, diyerek hıçkırdım.
Hiçbir şey yapmadığımı, ona yüreğimi vermekten gocunmayacağımı dile getirdim. Gözyaşlarımın ne kadar temiz duygularla akıp gittiğini görmesini bekledim.
Masada ona doğru eğildim, kendini geri çekmeden ağlamaya devam etti.
Tanrı'dan bu kadar korkma, dedim titreyen sesimle. Sesim titrediği için biraz utanmıştım aslında.
Benim ne halde olduğumu görmek istemedi, görse bile umrunda değildi.
İkimiz de ağlarken hızla masadan kalktı ve arkasına bakmadan çıkıp giderek beni kütüphanede yalnız başıma bıraktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.