Xiao Zhan bugün yolcu edilecek.
Korkudan odamdan çıkamıyorum, neredeyse öğle vakti fakat ben ağzıma tek lokma koymadım. Şu durumda koyamam.
Nasıl bir yere gidecek, huzursuz mu gidecek, nasıl nefes alacak, ne yiyecek ne içecek, geçinebilecek mi yahut beni özler mi gibi sorular başıma üşüşmüş kargalar misali beni rahat bırakmak bilmiyor.
Gitmesini istemiyorum, ayaklarına kapanıp da yalvarmak hala bir seçenek olsa da bunu yapamam. Biraz iradeye sahip olmam gerekiyor. Yalnızca biraz sabır ve bu bahsi geçen irade ile nihayetinde çok güzel bir vaziyet karşılayacak beni belki ama bu korkmama mani olamıyor.
Dün sabah yemek faslından sonra Xiao Zhan beni bahçeye davet etti. Hava buz gibiydi, kışın tam ortasında bulunuyor olmamız bir yana onun beni yanı başında istemesi ve arkasından hevesle gidişim içimi cayır cayır yaktı.
Vaziyet bu iken bana ne kar ne kış işlerdi.
Boynuna doladığı tuhaf bir atkı dikkatimi çekti, birden fazla renk barındıran bu atkının ilmekleri renkler açısından eşit değillerdi. Misalen diğer renkler belirli bölgeleri kaplasa da çoğu yer krem rengiydi ve ben ancak o zaman anladım bu atkının artık iplerden örüldüğünü.
Annesi göndermiş olmalıydı. Halbuki o yamalı, onu soğuktan korumakla uzaktan yakından alakası olmayan incecik atkı onu öyle sevimli göstermişti ki neredeyse aklımı kaybediyordum.
Soğuktan kıpkırmızı kesilen yüzü, iyiden iyiye küçülen bedeni ve sık sık kırpıştırdığı gözleriyle başımı döndürdü. Ve ben sahiden çareyi duvardan destek almakta gördüm.
Yanı sıra ettiğimiz havadan sudan sohbet içinde bir miktar da hüzün barındırıyor gibiydi çünkü biz onunla hiçbir vakit bu denli arkası boş konuşmamıştık. Bu vaziyet de demekti ki aklımın düşündüğü ve dilimin söylediği bir değil, içimde bir yerlerde bambaşka hisler mevcut ve ben ulaştıramıyorum sana bunları.
Oysa bize neydi kışın hangi çiçeklerin açtığı, hangi ağaçların yapraklarını döktüğü?
Şu vaziyetimizde mühim miydi bu konular?
Onunla o kuytu duvar dibinde sohbet edeli birkaç dakika geçmişti ki o esnada sert bir rüzgar esti bahçede. Etrafın açıklık olmasının da getirdiği bir olumsuzlukla rüzgar çok daha şiddetli bir biçimde ezdi geçti beni ve ben soğuğun içime işlediği tam da o vakit fark ettim.
Bir dayanağı olmayan konular hakkındaki sohbetimizi yargıladım az evvel fakat o vakte dek ben fark etmemiştim havanın o denli soğuk olduğunu çünkü Xiao Zhan yanımdaysa içimde bir yerlerde hep volkanlar patlar ve beni, onun bana armağan ettiği o hoş duygularla sıcacık kılardı.
İçimin titrediğini fark eden oğlan sanki bunu istemiyormuş gibi zarif ellerini kaldırdı ve boynunda sarılı olan atkısına tutundu. Onu bana vermeye yeltenmiş gibi bir tavır takındığından onu durdurdum.
Beni düşünmüş olması bile yeterdi bana.
Zhan, ismi dudaklarımdan kayıp gitti. Gülümseyerek başımı iki yana salladım. Kalsın o sende, mühim değil.
Bir müddet sessizliğini korudu, öylece şaşkın bir ifadeyle yüzüme baktı fakat nihayetinde toparlandı ve başını sallayarak ellerini indirdi. Hemen ardından da gözleri üzerimde turlarken kollarını göğsünde birleştirdi.
Onun ne düşündüğünü anlamak hayli zor. Çünkü olumlu bir tavır takındığı vaziyetinde aksi bir biçimde farklı düşünebiliyor. Yahut tamamen hepsinden bağımsız bir biçimde çok derin düşünceler arasında boğuluyormuş gibi görünüp aslında hiçbir şey düşünmüyor da olabilir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.