Sabahın ilk saatlerinde kaldığım odanın kapısı pek de kudretli olmayacak biçimde tıklatıldı. Bir gün öncesinde geçirmiş olduğum yolculuğumdan dolayı öyle derin bir uyku içindeydim ki gözlerim bu ağırlığa yenik düşmüştü. Ve bu sabah beni bu bahsettiğim derin uykudan ufak tıkırtılarıyla uyandıran Xiao Zhan'dı.
Dün akşam kilisenin bahçesine adım attığım an çiçeğimi görmem ve hemen akabinde sımsıkı sarılışımız bir hayalden ibaretti benim için. Şu vakit dahi inanmakta zorluk çektiğim bir nokta.
Fakat Xiao Zhan kollarımda öyle içli içli ağladı ki belki de inanmakta zorluk çekip bir hayalden ibaret dediğim anıları gerçek kılan yalnızca onun kalp ağrıtan ağlamasıydı.
Hıçkırıkları kulaklarımda yankılandı, elleri üst bedenime yapışmış haldeydi ve kendimden ayırmaya cesaret edemedim onu. Yüzü boyun girintime sakladığı vakit ellerimden biriyle ensesinden kavradım. Kollarımın arasında yok oluşu ilk defa bu kadar can vermişti bana.
Daha sonra o yokken ne kadar zorlandığım aklıma düştü.
Bu hisler ve sarılmalardan sonra pek bir şey yaşamadık. Xiao Zhan ağlamaklı mırıltıları eşliğinde uzunca bir süre sonra benden ayrıldı ve yere düşürdüğüm bohçamı bir hışımla alarak arkasını döndü. İçeriye doğru ilerlerken gözleri ara sıra bana doğru dönse de ben fark etmiyormuş gibi bir edayla yürümeye devam ettim.
Bana sakladığı bakışlarıyla bakmasını seviyorum.
Olduğundan daha sevimli görünen gözlerini benden saklamaya çalıştığı her an gözlerinin heyecan ile daha da parladığını, bu yüzden de kendini daha da belli ettiğini bilmiyor.
Her şeyim bu yüzden.
İncecik omuzlarını dahi özlediğimi hissediyorum. Dermansız parmaklarımın uçları uyuşuyor onu görünce.
Misafir ağırlama adetinden midir nedendir bilinmez bir vaziyette benim bohçamı iki eliyle taşıyor olması bile nasıl kalbimi hızlandırabilir, Tanrı'm?
Bu ne tür bir hikmettir?
Bana, kesin bir dille söylediğim, yapmayacağım şeyleri tek tek yaptıracak o duygu bu işte.
Yanımda getirdiklerim öyle pek de ağır değildi fakat Xiao Zhan her daim hafif bir oğlan olmuştur. O bohçayı taşımak bile onun için belli bir müddet sonra ağır gelecekti. İki eliyle taşıyışını anlıyorum.
Bana da öyle tutunsan ya, Xiao Zhan.
Bir koridora girdik, sonuna dek yürüdük. Duvarlara asılmış şamdanlar etrafı biraz aydınlatırken aklıma eski yuvamızdaki gecemiz geldi. Kendi kendime sırıttığımı görmedi değil. Çünkü zaten bakışları çoğunlukla benim üzerimde gezindi.
Ardından bir merdivenin başucuna geldik, yukarı tırmandık ve o merdivenleri çıkarken dahi, ettiğim teklife karşılık, bohçamı bırakmayı katiyen kabul etmedi.
Bazen fazla düşündüğümü ve her bir noktadan birçok sonuç çıkardığımı düşünüyorum. Tam da bu noktada bana olan özlemini bu bohçaya sımsıkı tutunarak giderdiğini düşündüm.
Amacın bana naziklik yapmak veyahut misafirini adabıyla ağırlamak değildi. Yalnızca ayrı kaldığımız onca vakitten sonra yamacıma sokulmaya utandın.
Ben seni böyle çözdüm. Doğrumu yanlışımı sen dile getir.
Merdivenlerin sonunda bir koridor daha vardı ancak yalnızca üçü yan yana duran ahşap kapılar haricinde sonunun bir yere çıkmayacağını göstermek ister gibi koca koca taşlarla örülmüş bir duvar karşıladı bizi. Hemen kapıların karşı hizasında bulunan çinili camlar ay ışığını öyle bir döndürüyordu ki ayaklarımızın ucunda beliren ufak pembe ışıklara takıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.