Gece yarıları hep zor oluyor.
Xiao Zhanla tartıştığımız günün gecesi de öyleydi.
O tartışma sadece hıçkırıklarla bitti, ne ben onu teselli ettim ne de o beni teselli etti. Hatta devamı yazılacak olursa eğer onun yanından kalktığım gibi kendi yatağıma oturmuştum. Sırtım ona dönüktü. Sarsılan omuzlarımın manzarası bir tek ona özelmiş gibi beni o halde yalnızca o görebildi.
O bir süre sonra sustu fakat aynı şey benim için geçerli değildi.
Saatler boyu oturduğum yerde ağladım.
Ağlamaktan bilincimin kapanacak raddeye gelmesi an meselesi gibiydi çünkü bir müddet sonra kendi hıçkırıklarımı dahi duyamıyor gibi oldum. Açıkçası biraz korkmuştum. Xiao Zhan arkamda ne yapıyor umrumda olmadı, o an sessiz kalmasını istemiştim zaten. Ara sıra tıkırtılar gelse de bir kez bile arkamı dönmedim.
Yibo, diye sessizce seslendi ve sonra oldukça çekingen bir şekilde devam etti. Ne olursun ağlama artık.
Sesimi çıkarmadım. Hiçbir diyalogda da bulunmadım. Aslında bana dediklerinden mütevellit ondan öyle çekiniyordum ki bir süre yüzümü ona dönmeye bile utandım.
Güneş gittikçe kayboldu haliyle de hava kararmaya başladı. Rahip çocukların sesi boş koridorlarda yankılanmaya başladığında Xiao Zhan'ın kesik nefesini işittim, şaşırmış gibiydi. Adımı bir kez daha söylemeye yeltendiği sırada odamızın kapısı açıldı.
Böylelikle adımı bir kez daha onun dudaklarının arasından duyabilmek adına yalvarmaktan ayaklarına kapanabileceğim Xiao Zhan'ın ismimi son kez zikredişini duyabilme fırsatı da uçup gitmiş oldu.
Rahip çocuk geldiği gibi eşyalarını karıştırdı ardından bize dönüp bir süre ikimizi izledi. Kavga edip etmediğimizi sorduğunda yalnızca hayır demekle yetindim. O da pek takılmadı. Ağlayan bizi umursamadan tespihini ellerine doladı ve tıpkı Xiao Zhan gibi yere çökerek bohçasından çıkardığı İncil'inden ayetler okumaya başladı.
Ağlamam dinse de canımın acısı geçmedi. Pek de haşır neşir olmadığım o rahip çocuğa rahibelere halsiz hissettiğimi bu nedenden dolayı da yemeğe inemeyeceğimi iletmesini istedim. İkisi yemeğe indiler ama ben odamda kaldım.
Tek başıma oturdum. Ağlamaktan acıyan gözlerim yüzünden etrafa düzgünce bakamıyordum bile. Bundan mütevellit üzerimi değiştirmeden yatağıma kıvrıldım.
Epey vakit geçmiş, ben fark edemedim.
Farkına varmadan uyuyakaldığımı anladığımda yattığım yerden doğruldum. Odadaki kandillerden tek bir tanesi yanıyordu.
Düşük göz kapaklarım şişebileceği kadar şişmişti, gözlerimi açamadım bile. Üzerimde hala daha siyah cübbem vardı, eteklerim toz içindeydi. Saçlarım birbirine girmişti.
Canım gerçekten hiçbir şey yapmak istemedi. Sağıma döndüm ve çoktan uykuya dalan Xiao Zhan'ın küçük sırtını izlemeye başladım. Odaya ne zaman geldiklerini ve ne zaman uyku vaktinin geldiğini anlayamamıştım.
Yeniden ağlayasım geldi fakat o kadar yorgundum ki kendimde bu gücü bulamadım. İçimdeki o iğrenç hissiyatsa ağlamayamadığım için kalbimin arkasında öylece saklanmaya devam etti.
Xiao Zhan sessizce uyuyordu, yavaşça inip kalkan omuzlarına bakarken kaç kez iç çektim sayamadım. Onu o halde uyurken kollarımla sarmak istedim. Hayli minikti zaten kollarımı tek açışımda kusursuzca etrafına dolanırdı. Bana hiç kızmasa, onu sardığım kollarıma tutunsa, kendini iyice göğsüme yaslasa diye içimden geçirdim.
Kendimi üzmenin binlerce yolunu bulmuş gibiydim.
İkisi de uyurken cübbemi çıkarıp geceliğimi giydim. Yanan kandil sayesinde de biraz olsun kağıdımı görebiliyorum.
Ve şimdi, ikisi de her iki yanımda derin bir uykunun içinde olduğu esnada, bu mektubu yazarken deli gibi titreyen ellerim yerini yadırgıyor.
Belki Xiao Zhan'ın kabarık bulut saçlarının arasında olmalı.
Belki de yine Xiao Zhan'ın Tanrı'sının bahsettiği alevlerin içinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.