Bahçedeyim. Akşamüstünü biraz geçti. Yemek saati de geçip gitti. İştahım yok bundan mütevellit de içeri dönmeye pek gerek duymadım.
Dün ayinden sonra aklımda hep Xiao Zhan vardı. Ne yapacağını bilemeyen halleri, ağlamak istediği için dumanlanan gözleri, bir yandan da kendini herkesten geri tutmak istediği için hırçın bir yavru hayvan gibi sağa sola verdiği tepkileri anımsayınca yüzümde tebessüm oluşmasını engelleyemiyorum.
Kötü bir gün olması onun güzelliğini etkilemiyor sonuçta.
O hala daha güzel benimse yalnızca kalbim kırıldı, apayrı şeyler.
Sabah yemeğinde yeniden aynı masadaydık fakat ikimiz de dönüp bir kez olsun birbirimize bakmadık. Benim gibi iştahsızdı. Genel vaziyeti itibariyle zaten pek yemek yemeyen biri olsa da kımkım halleri üzerime bir ağırlık çöktürdü.
Tabağımdaki yumurtayla oynadığımı fark eden yanımdaki çocuk bana onu yiyip yemeyeceğimi sordu. Açlıktan ölsem de başkasının tabağındakine göz sarkıtmayacak olan bana böyle bir teklifle gelinmesini başta garipsesem de başımı iki yana salladım.
Alabilirsin, dedim yumurtayı onun tabağına bırakırken. Yemiyorum.
Ziyan olmasın, dedi pişkince gülerek. Daha sonra teşekkür etti ve gülümsemeye devam ederken yumurtayı yemeye başladı.
Önüme döndüm, her sabah en azından bir kere yediğim marmelatlı ekmeğimi yiyecekken üzerimde bir çift göz hissettim. Tahmin edilebileceği üzere Xiao Zhan'dı. Ona doğru dönmedim, yine yersizce gururlandığım anlardan birinde gibiydim.
Bir süre gözlerini benden ayırmadı. Bir önceki seferin aksine bakışları kaçamak olmaktan epey uzaktı. Sanki bile bile bana bakıyormuş da iyi veya kötü bir şekilde fark edip ona dönmemi istiyormuş gibiydi.
Dakikalar içinde bilmem kaç kez üstümde baskısını hissettim, dediğim gibi hiçbirinde ona dönmedim. En sonunda pes etti ve ekmek dilimlerinden birini aldı. Yanaklarını şişire şişire yediği ekmeğin tıpkı benimki gibi marmelatlı olduğunu fark ettim.
Bundan bile mutlu olacak bir nokta çıkarabildiğime inanamıyorum.
O her zaman sabahki şeker ihtiyacını kahvaltı vakti yediği meyvelerden karşılardı. Meyvelerden çok hoşlanırdı. Yemediği bir güne rastlamadım daha önce.
Yemek vakti sona erdi. Masadan kalktığım gibi rahibelerden biri pansuman için beni yanına çağırdığında başımla onu onayladım ve peşinden gittim.
Yemekhanenin bulunduğu o geniş koridorun bir diğer koluna doğru yol aldık. Nedendir bilinmez, canım hiç mi hiç o kadını takip etmek istemedi. Kötü bir şey olacağını düşündüğümden değildi elbette ki. Uğraşmak adına içimde tek bir heves parçası kalmamıştı.
Arkamdan gelen adım sesleri duyuyordum fakat kimdir diye dönüp de bakmadım. İçimden bir ses Xiao Zhan olmasını umsa da biliyordum ki onun burada olma ihtimali hiç yoktu.
Rahibe kadın bu kilisenin en sessizlerinden biriydi, iyi biriydi. Önceden sabah vakitleri kapımızı tıklatıp da bizi uyandıran o olurdu. O zamanlar daha gençti. Yüzü daha toplu ve bir elin parmağını geçmeyecek kadar kırışıklığı vardı. Fakat şimdi ona dikkatli baktığımda elli yaşını çoktan geçmiş biri olduğunu gören herkes tahmin edebilirdi.
Onu düşünerek geriye dönüp baktığımda hayatında ne farklı kasabalar, şehirler görmüş ne de sırtını dayayacak bir ailesi olmuştu. Tek varlığı baktığı rahip adayı çocuklar, yetimlerdi. Bu zamana kadar ne yaşayıp tecrübe ettiyse o zorlukların hiçbirini yaşamamamız için bizimle sık sık konuşur, öğütler verirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.