Çiçeğimin uyanmasını beklerken harcadığım süre geçmek bilmiyordu bu sabah.
Zar zor geçen birkaç saat ardından Xiao Zhan uyandı. Yüreğimden koca bir yük kalkmış gibiydi, derin bir iç çektim.
Bakışları halsiz gibi dursa da gerçekten onu tanıyan biri için takındığı bu yüz ifadesi bulunduğu vaziyetten hiç de hoşnut olmadığını simgeler nitelikteydi. Yanı başında, sandalyede oturan beni gördüğü ilk saniye burnumdan sinirli bir nefes vardı.
Neden buradasın, dedi tok bir sesle. Affedemediği bazı hususlar yavaş yavaş gün yüzüne çıktı.
Ben olmasam başında bekleyecek kimse yoktu, demekle yetindim. Yüzündeki suratsız ifade yerini koruyordu. Bir süre yattığı yerden tavanı izledi, ben onu izledim. Onu izlediğimden kesinlikle emindi fakat yine hiçbir şey söylemedi. Ardından gözleri etrafta gezinmeye başladı. Odasında olduğunu fark ettikten sonra kendi üzerini kontrol etti.
Başımda bekleyecek kimse yoksa demek ki birinin beni gözetmesine lüzum yok, dedi üzerindeki ince yorganı dermansız elleriyle itelerken. Oysa ki o kemikten geçilmeyen elleriyle hiçbir yükün altından kalkamayacağını düşünürdüm.
Bir ihtiyacının olup olmayacağını bilemedim, gözlerim yerdeyken sözler öylece ağzımdan çıktı.
Her saçmalığa bir yanıtın var mı senin, derken sesindeki aşağılama beni ezdi geçti.
Bunun arkasından birkaç kez daha konuştuk. O laf söyledikçe ben alttan aldım. Zaten bu sevgi yüzünden alttan almaktan başka çarem yoktu. Varsın içindeki zehri atsın diye düşündüm. İsterse lanetler yağdırsın yüzüme. Bana olan öfkesi dinecekse sorun değil çünkü.
Ellerindeki sargılar gevşeyip yavaş yavaş çözülmeye başladığında ona yardım edebileceğimi göstermek ister gibi yüzüne baktım. Gözlerim konuşuyordu çünkü ağzımı açmaya korkuyordum. Bunu fark edip bakışlarıma karşılık verdi.
Odana git, yüzündeki acı çeken ifade geri geldi.
İtiraz etmedim. Çok bile kalmıştım zaten. Sessizce ayaklanıp kapıya yürürken bakışlarını sırtımda hissedebiliyordum. Kapının koluna uzandığım esnada aklımdan tonlarca düşünce geçti. Ve kanaat getirdim ki belki de hepsi kuş olup Xiao Zhan'a ulaşmalıydı. Hışımla arkamı döndüm.
Sen, dedim yalnızca sonra da derin bir nefes alarak devam ettim. Senin bir daha böyle bir şeyi yaptığını görmeyeceğim Xiao Zhan. Elini ben tuttum, karşılık vermedin bile. Bu neyin cezası Tanrı aşkına?
Yüzüme öylece duvara bakar gibi bakması sinirimi bozdu. Üstelik dediği tek şey şuydu.
Ben kendi günahımın bedelini ödedim, sen de kendi günahının bedelini öde.
Sen neyin bedelini ödedin söyle bana, diyerek ona çıkıştığım vakit yüzü daha da kasıldı. Bir şey söylemek istiyor gibi duruyordu fakat bir yandan her ne söylemek istiyorsa ağzından dışarı çıkmıyordu. Zorlandı, mırıldandı ama net bir şeyler söyleyemedi. Ki zaten söyleyemezdi.
Ne demek istiyorsun, diyerek ona bağırdım. Sabrımın sınırındaydım.
Tanrı aşkına!
Sadece git, acıyla olduğu yerde büzüldü. Elleri nefes almak istermiş gibi cübbesinin kumaşına tutundu fakat tam kalbinin üzerindeki kumaşı çekiştirmesi benim de nefesimi kesti. Yüzünü ekşitti, oturduğu yerde bedeni öyle eğildi ki minicik kaldı.
Ne olursun git artık buna katlanamıyorum, acıklı ve boğuk sesinden nefret ettim.
Bu son noktaydı, apaçık benden nefret ediyordu. Onun değişebileceğine hiçbir zaman ihtimal vermemiş olsam da bunun kanıtlanmış olması canımı yaktı.
Pekala, derken sesim buz gibiydi. Bu sondu Xiao Zhan.
Dediklerimle başını kaldırdı, gözleri hemen benim yüzümü buldu. Öfkeyle kaplı yüzümde ne gördü bilemiyorum fakat bakışları benden ayrılamadı bir süre. Gözlerinden acıların geçtiğini görür gibi olsam da bir saniye daha durmadım. Ayaklarıma dolanan cübbem gittikçe daha da öfkelenmeme sebep oldu, çıktığım odanın kapısını var gücümle çekerek kapattım. Bomboş koridorda yankılanan gürültü benim için hiçbir şeydi.
İçim yanıyordu fakat öfkeden mi yoksa üzüntüsünü duyduğum aşktan mı anlayamadım.
Yok olmak istedim.
Xiao Zhan'ın tek laf söyleyemeyen bu korkak ve ürkek hallerine o kadar deli oluyordum ki kendi odama geldiğim gibi yumruklarım taş duvarlara çarptı. Neredeyse her yeri kesikler ve çizikler içinde kalan ellerimse hiç umrumda olmadı. Defalarca vurdum. Bağırdım, çağırdım, çokça da ağladım.
Etrafımda ne varsa yakıp yıktım.
Belki de sinir krizi geçirdim, kim bilir? Daha önce başıma gelmiş bir şey değildi sonuçta ne olduğundan hala daha tam emin değilim. Sağlıklı düşünemeyeceğim kadar kafam uçmuştu, şimdi her şeyi anımsayınca bir daha bunu yaşamak istemediğimi düşünüyorum.
Lanet olsun sana Xiao Zhan diye bağırdığımı hatırlıyorum sadece. Ağlayarak yatağıma oturdum.
O bile darmadağındı.
Asıl cehennem sensin, bahsi geçen cehennem alevleri senin dudakların.
Dudaklarını her aralayışında canımı öyle yakıyorsun ki bitirdin beni.
Mahvettin beni, lanet olsun sana.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.