Günler günleri kovalayalı, vakit zarfında, gökyüzü her daim düşüyor gibiydi. Birbirine girişmiş bulutlar yeryüzünün ne denli karmaşık bir vaziyete sürüklendiğini kanıtlarcasına kilisenin tam da üstüne konumlanmıştı.
Bir damla güneşi geçirmeyen sıkı bir duvar misali bulutlar öyle harcadı ki beni, göz kırpacak mecal kalmadı bende
Xiao Zhan'ın yanıbaşımda olmayışının bilmem kaçıncı gününde, gece yarısının bilmem kaçıncı dakikasında elimde bir kalemle öylece masamda oturuyorum.
Çiçeklerim ve mürekkebim hemen önümde, yatağım daimi hazır, kandilim yanıyor ve ben özlemle kavruluyorum.
Dua ediyorum fakat bu beni huzurlu kılmıyor bir türlü, hafifleyemiyorum. Tek çarem onu görebilmek fakat biliyorum ki bu denli erken davranmak hem onun hem benim için sorun teşkil eder.
Bu sabah penceremin önüne çektiğim sandalyemde otururken saçlarımın nasıl da uzadığını fark ettim. Biçimsiz uzamış olma ihtimali epey fazlaydı. Kasabaya inip de kendime çeki düzen vermem gerekirdi elbette ki.
Bir pazar günü olması dolayısıyla bahçe kalabalıktı, bir rahip olarak ayine inmemin yanı sıra kasabaya gitmiş olsam dahi berberde kimseleri göremeyecek olmam da işin içine girdiğinde anladım ki her türlü tıraşımı ertelemem gerekecekti.
Ayinde dualar okuduğum sıralar hepsini Xiao Zhan'a adadım, birazı da Tanrı içindi.
İçtiğim şarap bedenimi nasıl sıcacık kılacaksa, kanımı nasıl hızlandıracaksa istisnasız hepsini Xiao Zhan'ın sağlığına ve diriliğine adadım.
Yanımda ellerini birleştirip gözünü kapatan beyefendiler, hanımefendiler yahut genç çiftler gözüme bir bir batarken önceleri sevdiğim oğlanla nasıl da yasakları yaşattığımız aklıma bir bir dolduğu esnada üşümüş gibi bir anda irkildim.
Üzerimde dolaşan gözleri hissetmemek mümkün değildi.
Başımı kaldırmadan gözlerimi etrafta gezdirdiysem de kimseyi göremedim fakat diken üzerinde hissedişim de dinmek bilmedi. Rahatsız olduğumu dile getirirsem bir ihtimal her kim böyle davranıyorsa bundan vazgeçer diye düşündüm. Rahatsızca yerimde kıpırdansam da bir etkisi olmadı.
Aldırmamayı seçtim. Nihayetinde yerimden kalkıp tek tek insanları süzeceğim yoktu. Yine de beni huzursuzluk içinde boğan bu his ayin bitene değin geçmedi.
Bir ara mum yakacağım sırada arkamdan biri geçer gibi oldu, Tanrı'nın ışığı üstüne yemin edebilirim ki dirseklerimin biraz üstünde, kolumun hemen arkasında hissettiğim parmaklar olduğum yerden ayrılmamı engellemiş gibiydi. Ellerim bir anda buz kesti, sonuna dek açılan gözlerimi etrafta nasıl dolaştırdım bilmiyorum. Saniyeler içinde herkesin nerede ve ne biçimde olduğunu gözlemlesem dahi bana dokunma cüretini gösterebilecek bir insanoğlu yoktu yakınımda.
Fark ettim ki o an dikilen mumların başında yalnızca ben varım. Bir de yanımda dua eden belki benimle yaşıt olan bir genç kız.
Biraz uzağımdaydı, arkamı döndüğüm vakit onu hareket ederken dahi görmemiştim. Yine de o anki telaşımla her şeyi ona yıkmak istedim. Bana dokunan, başından beri gözlerini üzerimde tutan, sevdiğim oğlana sakladığım ruhuma ve bedenime yaklaşmaya cüret eden o kızmış gibi çatılı kaşlarımla doğrudan ona baktım.
Ona baktığımı başta fark etmedi veyahut fark etti fakat bana dönmeye tenezzül etmedi. Kısacık bir müddet dileğini dilemeye devam etti ve nihayetinde mumunu kum çanağının içine dikip doğruca bana döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.