Bugün o çelimsiz çocuğu kilisenin kütüphanesinde gördüm. Tamamen şans eseriydi, orada olduğunu hiç düşünmemiştim bile.
Yatağımın altında sakladığım kitaplardan bahsetmiştim. Hepsini baştan sona kaçar kez okuduğumu saymadım, sadece hayal edebileceğim yazılar olsa da aklımı çalıştıracak ve düşünmemi sağlayacak bir şeyler istiyorum. Pederin okumamızı istediği kutsal kitap yavaş yavaş benim için duygu sömürüsüne dönmeye başladı.
Tanrı'm bunu yazdığım için beni ve ellerimi bağışla.
Yazdığım gibi kütüphaneye gittim, şuursuz öğrencilerden beklenildiği gibi bomboştu. Hatta sırf bundan dolayı kendi kendime güldüm, ama kahkaha değildi. Hangi kitaplar olduğuna bakmak için papazın kasabadaki marangoz adamlardan birine yaptırdığı ve karşılığında 'Tanrı'nın evine katkıda bulunma dolayısıyla günahlarından arındın' dönütüyle hiçbir şekilde para ödemediği raflara baktım.
Basımı kontrolden geçmiş birkaç atlas, yine basımı kontrolden geçmiş birkaç fizik kitabı ve yine basımı kontrolden geçmiş astroloji kitapları dışında, abartarak söylüyorum, tonla eski basım İncil yerleştirilmişti. Hiçbirine tenezzül etmeden astroloji kitaplarından birine yöneldiğim sırada, Tanrı şahidim, yanımda karanlık bir gölge oluştu.
Xiao Zhan beni hiç umursamadan, belki orada olduğumu bile fark etmeden kucağına koyduğu üç farklı İncille hemen yanımdaki yeni rafın yanına kadar adımladı ve gözüne kestirdiği kahverengi deri kaplamalı bir başka İncil alarak yanımdan çekti gitti.
Nefesimi tuttuğumu ancak o rafların arasında gözden kaybolduğu vakit fark edebildim.
Biçimsiz bir heyecanla, biraz da panikle elime aldığım ilk kitapla arkasından koştum. Yani aslında gerçekten koşmadım, yalnızca hızlı yürüdüm. Onu gördüğüm zaman yavaşlamıştım zaten.
Elimdeki kitabın ne olduğuna bakmamıştım bile, aklımdaki tek şey oydu. Nereye gittiğini merak etmiştim fakat bir yandan da garip gözükmemek için raflara bakına bakına onun oturduğu masaya kadar ilerledim. Kütüphane salon gibi olduğu için tam ortada, uzunlamasına iki ayrı ahşap masa vardı. Bir anlık cesaretle onun karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.
Hala bile çok utanıyorum.
Beni yine fark etmedi, okuduğu şeye öyle dalmıştı ki beni fark etmesi için çoktan oturduğum sandalyeyi sertçe masaya yaklaştırdım. Haliyle kocaman bir gıcırtı meydana geldi, üstelik ses de yankılandığından dolayı Xiao Zhan kesinlikle bu sesi duymuş oldu.
Fena biriyim, aklımın böyle çalıştığına inanmıyorum. Oysa ki bu ne kadar ayıp.
Sonucu güzeldi nihayetinde, başta kaşlarını çatsa da yazısını okumaya devam etti. Ancak kısa bir süre sonra karşısına biri oturduğunu idrak edebilmesiyle başını kaldırıp bana baktı.
İki saniye gibi bir süre gözleri yüzümde gezindi ama yemin ederim bana öyle bir baktı ki, titreyen ellerim yüzünden henüz kapağında ne yazdığını dahi bilmediğim kitabı açamadım bile.
Cübbemin boğazıma değin yükseldiği sıkı yakası beni boğdu, bedenim alevler içine atılmış gibi yanmaya başladı. Fakat bir şekilde zor da olsa dikkatimi ondan çekip önümdeki kitaba verebildim.
Aslında hoş bir kitaptı, içinde gezegenlerin resimli tasvirlerinin olduğu ve bolca açıklama olan bir kitaptı ama nedense bir paragraf sayfalar ötedeki bir diğer paragrafla uyuşmuyordu. Sanki arada atlanmış bazı konular var gibiydi. Bunu fark etmiş olsam da önümde o çelimsiz çocuk varken tüm o sorunlarımın arasında bu kitabın yamuk yumuk basımını sorgulamak umrumda bile olmadı.
Gözlerim ara sıra ona kaysa da irademe sahip çıkmaya çalıştım. Daha henüz yeni ekmeği nefessiz yutan çocuklara açık açık şuursuz demişken benim sadece gözlerime bile hakim olamayışım oturduğum yerde küçülmeme sebep oldu. Kırılan gururum neredeyse kocaman bir genç olan beni ağlatacaktı.
İşlediğim günah umrumda bile değildi o an, kefaretini sonra öderim diye düşündüm.
O çelimsiz çocuk bir anda ağlamaya başladı, neye ağladığını da neredeyse tamamen çözmüştüm. Başta ses etmedim ama içten içe yeniden öfkelendiğimi hissettim. Öfkem o çocuğa ya da ağlamasına değildi. Benim bu kadar aykırı olmamdı. Hissettiği Tanrı aşkına çok özendim.
Cübbesinin geniş kollarından yararlanarak gözyaşlarını kuruladı, çok geçmeden de dudakları arasından bir hıçkırık kaçtı.
Anlam veremedim, nasıl bir yüz ifadem vardı o an ona bakarken bilmiyorum ama benim ona baktığımı fark edip başını kaldırdığı vakit hemen toparlanma ihtiyacı duydu. Çabucak gözlerini ve yanaklarını kurulayıp oturduğu yerden cübbesini düzeltti. Gözleri kızarmıştı bir de başı eğikti.
Birkaç satır daha okudu ve daha fazla beklemeden masadan kalktı. Onu rahatsız etmiş olabileceğimden öyle korkmuştum ki neredeyse utanmadan kolundan yakalayacaktım. Fakat o an için onun gitmesine izin vermenin en iyi ve en yalın karar olabileceğine karar verdim.
Kütüphaneden çıkıp gittikten sonra ben bir süre daha oturdum, önümdeki yanlışlarla dolu olan kitap benim için hiçbir önem arz etmedi. Ceza almayacağımı bilsem o kitabı kapatıp geri rafına koymayı bile düşünmezdim.
Bu kadar yalanın içinde bir tek o çocuğun doğru yolda olması beni rahatlatmıştı sanırım. Nihayetinde yazdıkları ve bulguları dolayısıyla idam cezası alan onlarca adam varken, önümdeki kitap bile saçmalıklarla doluyken, üstelik o çocuğun pederin ve papanın göz göre göre söylediği yalanlara rağmen bu denli temiz olması beni burada bir süre daha dayanmaya itebilirdi belki.
Bu gerçeği her ne kadar kabul etmek istemesem de reddetmek yerine sessiz kaldım ve acıyan kalbimle bir süre odamda ağladım.
Tanrı acı içinde kıvranan ve çaresizce yardım dilenen aciz kulunu yine duymadı fakat ben saat sekiz buçuktan sonra odamda ibadetimi gerçekleştirmek yerine hüngür hüngür ağlarken peder tarafından itilip kakılmalara maruz kaldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yeşil mandalinalar⁴, yizhan
Historical FictionTarih henüz çok eskiyken ve döneme göre ikisi birbirine yasak kılınmışken genç rahip Wang Yibo'nun güzeller güzeli Xiao Zhan'a ithaf ettiği başlıksız mektuplar.