.
"Sana gerçekte ne olduğunu söyleyemem ama nasıl hissettirdiğini söyleyebilirim.
Şuanda nefes borumda çelik bir bıçak var.
Nefes alamıyorum ama hala yaşıyorken savaşabiliyorum; Senin için, bizim için..."
.
O gece acının tadını aldığım, ettiğim duaların, yaşamanın; yaşatmanın riyakar yüzünü gördüğüm karanlığa bedel azaplardan biriydi. Mecbur kılındığım, kabul ettiğim tamam babında onaylayıp kollarıma düşen yeşilleri giymek basit bir fiilken, beni nelerin beklediğini bilmiyor ve askeri kamufleyi giymeye zorlandım. Ben el kuklası, araba kuklası, iskemle kuklası değil canlı, ipleri başkasının ellerinde sıkı sıkıya tutulan kadın kuklalardan biriydim. Uzuvlarım Lalin'deyken moraran bileğimi tutan güçlü parmaklar harekete geçmemi sağladı. "Formayı giy, bekliyorum."
Buyruğu kabul ettiğim oyunun parçasıydı. Başımı uysal bir köpek gibi sallayarak parmağıyla işaret ettiği noktaya doğru yürümeye başladım. Suriye'ye geldiğim insanların haykırma seslerini kaale almadım. Zaten beni başlı başına yakan bir cürüm vardı, dahasına katlanamazdım.
Ayağıma takılan çöple düşecekken omzum duvara çarptı. Doktorumun verdiği vitamini, ilaçları sırt çantama koymayı unutmuştum bu sebeple kendimi bayağı halsiz hissediyordum. Gözlerimi saniyelik kapatıp kendimi toparlamaya çalıştım. Kötünün iyisi gibi bir şeydim. 'Şey,' sözcüğünde her ne anlam yatıyorsa, bizzat onu yaşıyordum.
Altımdaki siyah taytı çıkarıp formanın yeşil pantolonunu sağ bacağımdan geçirip giymeye başladığımda omzumun arkasında bir hareketlilik oldu. Tırnaklarımı pantolonun sert kumaşına geçirip bacağıma sapladım, karartının olduğu yere başımı çevirdim. Hissetmiştim, biliyorum, izleniliyorum...
Jad, destek aldığım duvara omzunu yaslamış, kollarını göğsünde bağlayarak beni izliyordu. "Çok güzelsin." Demesi ile alnımda yer edinen kaşlarımı üçgen edasıyla çattım.
Derinden çatık kaşlarım sırıtmasını büyüttü. Onun iğrenç gülüşünü kendi etime sapladığım tırnaklarımla çizmek, suratındaki gülümsemeyi kanatarak mahvetmek istiyordum.
Koyu kahve gözlerimi yağ bezesiyle dolmuş gözlerine sabitleyip, derin bir nefes çektim ciğerlerime. Şu illet şehre geldiğimden beri soğukkanlılığımı korumuş, susmuştum ama yeterdi! Jad'in pislik mizacı, varlığı, Arjin'e uyguladığı şiddet aklıma geldikçe zaten delleniyordum. Şerefsiz bir de gelmiş niyetini saklamadan beni izliyordu.
Duruşumu bozmadan kendisine dik dik baktım. "Gitmek için neyi bekliyorsun?"
"Üstünü çıkarmanı bekliyorum." Demesiyle ben de sabır falan kalmadı kendisine doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Sol bacağımı zemine iyice bastırdım, sağ bacağımın eklem yerini büküp, diz kapağımla penisine atikçe vurduğumda iğrenç sesi katlanılmaz boyutta yükseldi, bağırtıya hatta inlemeye dönüştü.
"Eğer o gözlerinle bana bir daha bakacak olursan," dişlerimi dilime bastırıp hınçla ısırdım. "Türkiye'deki bulunan gardiyanların hepsinin," 'Hepsinin,' derken kelimeyi öyle vurguladım ki, sözde bir kadın olduğumu düşünmesin. Ben Beria Kılıçhan, sözde ve indirgenemeyen kadınlıktan uzak özde ve güçlü bir kadındım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...