Nefes nefeseydim... Arslan'ın koluna yapışmış ellerime bulaşan nemlilik gözpınarlarımdan sinc'ime yerleştiğinde yerleşen sadece oradaki varlık değildi. Kaderimin ilmek işlediği dudaklarım, ince tabakası altında örselendiği gözlere değdiğinde ise konuşmak için dudaklarımı aralamıştım. "Lütfen," dedim dokunsa ağlayacaktım. "Gitme.."
Ben bunca sene kimseye 'Gitme,' kelimesini kullanmadan büyüdüm. Nasıl desem hoyrattım yabaniydim, lâkin içimde ölmeyen duygularım da yer alıyordu. Ruhsuz, duygusuz davranmaya çalıştıkça planlarım elimde koca patlak veriyordu. Farkında mıydı bilmiyorum ancak ona ulaşmak için dördüncü adımımı atmıştım. Bir kez daha kaybetmekten korkarcasına bacaklarımın dolaşmasına engel olup, tabana kuvvet gücümle koluna asılmıştım.
Meğersem günahkârların duyguları varmış. Tâ en başından, ilk insan olarak yaratılan Âdem'den son insanın belirsizliği gibi benimde örtbas ettiğim kaybetme duygusu su yüzüne çıkmıştı. 'Ailen tarafından bacaklarını kaybettin, uzuvların tutmadı. Şimdi de kendin tarafından en ciddi uzuvun kaybolacak. Bir kez daha kaybetmek istiyor musun, mezara sığdırılan bebek?'
İstemeye mecâlim yoktu. Kaldıracak güçlülükte değişim barındıran esarete sürülecek gücüm kalmamıştı. Tahayyül ettiklerim birer birel alçısı eksik yor yorgan bilmeyen duvara benziyordu. Hani benim siyaha boyadığım namütenâhinin açtığı gökyüzü vardı ya, işte ben o gökyüzünü kaybetmemek için kendimden yılların yükünün, en derin fedakârlığını üstlenmiştim. Kendimden geriye hiçbir şey kalmayarak dördüncü adımı ona doğru atmıştım.
'Sana doğru.'
Şakağının teri alnında parıldarken öfkesinin bu kadar yakıcı olduğunu tahmin etmemiştim. Beni göğsüne usulca çeker, yaptığımın hata olduğunu kabullendiğim için dürüstlüğümü takdir eder sanıyordum. İhaneti akıl affederdi, yürek acıya acıya aklıyla suspus olurdu. Fakat beklediğimden ziyade hışımla elim arasından kolunu sirkelercesine çektiğinde hayranlık duyduğum vişnemsi dudakları birbirine yapıştı. Bana yapışmak varken, dudakları uzun bir süre kımıldamadı. Öylece durmuş gözlerini gözlerimle buluşturmuştu.
"Ben ihaneti affetmem," dedi olağan soğuklulukla. Kalbim ortasından deşiliyor çıplak avuçlu bir ele armağan ediliyordu. Hızla başımı salladım. İnanmasını istiyordum, yüreğinin sesini dinlemesini. Biliyordum ki, Arslan KILIÇHAN'ın vicdanı ve merhamati vardı. Kolumu çizeceğim cam parçası onun gönderdiği mesajla ibreyi bana doğrultmuştu. Kendi canımı yakmama müshade göstermezken ben ona ihanet etmiştim. Güvenini boşa çıkarmıştım. "Seni seviyorum," dedim yüzüne bakarak. "Beni nasıl seviyorsun Aytun?" Mesafeliydi, yüreğimi titretiyordu. "Dağhan'ı haklı çıkararak mı? Aileni bulacağını söylediğim halde anlaşma imzalayarak mı beni seviyorsun?"
Yumruk yemiş gibi geriledim. İstemsizce yüzüm tepetaklak oldu. Haklıydı, lanet olsun ki yine haklıydı! "Sevgi dediğin," yüzüme bakmadı bedenime baktı. "Kutsallıktır, sadakattır. Ama sende bunların zerresi yok!"
Arkasını dönüp gitmek için adım atmıştı. Meğer farkına varmamıştı onun için attığım adımın. Yüzüme söylediği birtakım gerçekler ilk kez ruhumdaki özgürlüğünü bekleyen emarelerimi çukura hapsetti. Daha ne kadar alçalabilirdim onun gözünde bilemezken, çenemi dikleştirdim. "Bedenimi istemiyor musun?" diye sordum yıkılarak. Bir umut ucuz kadınlardan farkım kalmayacak ama sevdiğim adamı yanımda tutabilecektim. Omzunun gerisinden bana bakıp, "Çizgini aşma!" diye bağırdı. İşaret parmağını aramıza ördüğü mesafeden salladı. Ben yıkıldım o kat be kat yıkıldı. Gözlerindeki ifadeyi görünce yalpalamamak için direndim. "Bedenini isteseydim sana o gece sahip olurdum! Tenime dokunmana izin verdiğimde fırsatçılık yapardım." Dilimin ucunu ısırdım. Gözlerimi başka yere çevirdiğimde derin nefes verdiğini işittim. Akâbinde uzaklaşan adım seslerini...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...