Verdiği söz kanayan yaralarımın kanamasını durdurur muydu bilemiyorum... Yaşadığım yirmi iki yılım, bacaklarımı ellerimle dövdüğüm şiddetlenmelerimin, çığlık çığlığa bağırdığım haykırışlarımın, canımı yakıp sızlatan kemiklerime küfredişlerimin, benden çalınan çocukluğumun... Hepsinin belli amacı; çaldırdığım uzuvlarımı hissedemememi sağlamak ve beynimin içerisindeki sıvıyı kana kana tüketip zihnimle oynamaktı.
Önce engelli bırakıp tekerlekli sandalyeye muhtaç ettiler; sonra bedenimi zehre tutsak eylediler. Asrın eyleyişine müebbet yemiş ruhum savsaklandıkça savsaklandı. Kanadıkça da kanadı. Canımı sözleriyle yaktılar, davranışlarıyla kalıptan kalıba soktular yeterli gelmedi. İnsanoğluna nankörlük yetmedi.
Dilim laldi benim. Konuşamadım, siyah perdelerimde büyüdüm, perdelerimi elbise niyetine çıplak vücuduma doladım, ateşe yattım. Diri diri ateşe yatıp kadınlığımı yaktıklarında etimin plastiğe benzer kokusunu soluyup ruhumu soydurduğum hayallerimin felaketini zihnime sığdırdım. Beni iyileştirmeye çalışan şahıs, kötülüğümü istiyordu. Derimin altındaki damarlarıma enjekte ettiği yoğun ilaçların bacaklarımı hareketlerini kısıtladığını gördükçe kan beynime sıçrıyordu.
"Gözlerime bak!"
Arslan yüzümü avuçlarının arasına hapsedip ısrarla kehribar renkteki incilerini koyuluklarıma değdirdi. Titreyen dudaklarımı birbirine sıkıca bastırırken, gözlerine bakmadığımı gördüğünde yüzümü kavrayan elleri tekrardan karnıma sahiplenircesine sarıldı. "Bebeğimiz sağlıkla dünyaya gelecek."
Acı beni esir almıştı. "Gelmeyecek..."
Ses tonum ölesiye bana yabancı idi. Geçmişte vurulduğum iğneler, hamileliğimden önce içtiğim şeylerde bu ilacı yudumlamıştım. Sedef'in aldığım yudumlara ilaç katışını zihnim silemezken 7 Ocak'ta doğuşumu öğrendiğim zaman diliminde acı bir gerçeği de işitmiştim.
"Söz verdim."
Arslan'dan dökülen tümce bayık bakışlarımı harekete geçirip donukluğunu eritti. "Gidelim Arslan," dedim yalvarırcasına. "Hastaneye gidelim. Bebeğimizin sağlığını kontrol ettirelim. Ben," nefesim ciğerlerime yetmedi. "Bebeğimizin varlığı olmadan hayata dik tutunamam." Düzinelerce hıçkırıklar dudaklarımdan kaçtığında, gözlerimden akan yaşlar yanaklarıma yuvarlandılar. "Şimdi gidelim." Arslan'ın bileğinden tutup tırnaklarımı kalın bileğine bastırdım. Çektiğim acıyı anlatmak istiyordum. Ateşte yaktıkları ruhumun o bilinmez tonlarında yanığın kokusuna uyanmak istiyordum. 'Allah'ım bu bir kabus olsun! Beni uyandır. İnsanlığından mahrum bırak, merhametine sığındır fakat yalvarırım Allah'ım! Bak günahkar, sana ibadet etmeyi öğrendi. Yaratan'ın varlığını kabul etti, cehennemde doğmadığını hatırladı. Herkesin sayfalarca bahsettiği cennette yaşamak istediğini mırıldandı. Bana bebeğimi bağışla Rabb... Bize evladımızı iyisiyle kötüsü ile bağışla...'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...