🅾1. Bölüm: YAN GECEM🅾

127K 2.1K 1.8K
                                    

Multimedia: ฿eria A¥TUN


Bir gelenek yapalım. Herkes buraya başladığı tarih ve saati bırakabilir mi?

Bölümleri düzenliyorum arkadaşlar. Düzenlenmiş bölümlerde mantık hataları giderilmiştir. Keyifli okumalar.

Aşağıdaki çalışma kitabı temsil ediyor.

*

*

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Bir kitaptan yükselen cansız tınılar, zihnimde canlanırken ay ışığının sol göz kapakçığımın altından sızarak gücünü yansıtıyordu. Etrafa gri rengini vererek, sayfamın son cümlesinin bitimindeki noktayı takip ederek sona ulaştırırken, okuduğum kitabı gözlerimi yumarak kapattım. Kitabı, etajerin üzerine koyup uzandığım beton zeminden yerin soğukluğu tenime iğne batarcasına hissini verdi. Doğrulmak istedim... Ancak başarılı olamadım. Güçsüzlüğüm bir çığ gibi günden güne beni tüketiyor, omuzlarıma binen yüklerin altından bedenim bir enkaz misali eziliyordu. Kapalı olan gözkapaklarım titreşerek kendiliğinden açıldı ve derin bir nefes alıp vererek sırtıma batan soğukluğu kılıç darbem ile yok ettim. Belimi hafifçe öne doğru büküp hissedemediğim uzuvlara avuç içlerimi bastırdım.

Ne ismim ne de neye benzediğimin zerre kadar önemi yoktu. Değersiz bir kızın hayatı alnıma işlenmiş, bedenini vücudum zikrediyordu. Düşünce yapımın işleyişini anlamayacak kapasitedeydim.

Ben Beria Aytun. İsminin anlamını henüz öğrenemeyen, ailesinin bez bebek zannedip kullandığı yirmi iki yaşındaki kız... Ruhu kör bir ateşte yanmış, küllerini ebeveynlerinin bir kavanozda biriktirip güldüğü günahkâr Beria.

"Günahkâr," diye işittim adımı. "Senin adın Günahkâr..."

Okuduğum kitabın karakterinin adı; Günahkâr idi. Hayatın her rengini saçlarına bulaştırmış, mutsuz bir kızın yürekleri burkan hayatının kaleme alınmış eseri. Bir güz mevsimini anlatan bu eseri ilk okuduğumda önyargılı davranıp daha ikinci sayfasında okumayı bırakmıştım. Önyargı... Bu kelimenin anlamı bile tüylerimi diken diken etmeye yetmişti. Etajerin üzerine bıraktığım 'Yalgın,' isimli kitabı ters çevirerek koymuştum. Bu kitabı her okuyuşumda, hissedemediğim uzuvlarım aklıma geliyordu. Yerden bitme hayallerim, zihnime doluşuyordu. Attığım çığlıklar, kulaklarımı tırmalıyordu.

Yağmurlu bir mevsimde doğmuştum ben. Küçücük bir halde, elleri ayakları birbirine bağlı şekilde ölü, ızdırabi bir biçimde yarı baygın bulmuşlardı beni. Soyismim yoktu mesela. Sonradan edinmişim kimliğimi. Yağmur damlalarının izini taşıyordum. Omzumun üstünde ufak bir iz vardı. Belki de kesi olabilir... Taşıdığım bu iz ben büyüdükçe büyüdü. Ben güçsüzleştikçe kanadı ve bu döngü hep böyle devam etti. Üskût mahşerin ortasında kızgınlaşmış bakışlarım gibi damlıyordu kan damlaları. İhtişamını konuşturup bana ters halini gösteren gökyüzünü sevmezdim mesela. Işık vardı çünkü. Karanlık dünyayı aydınlatan koca bir ışık. Sonra adımlarım son buldu mezarlıkta. Koyu sarı saçlarım, bembeyaz kıyafetlerimle, aynı renkteki ayakkabılarımla çamura bastım. Ayağımdaki spor ayakkabılarıma bulanan tozlu koyu kahve tonundaki toprak, saçlarımın ton rengindeydi. Hissizce baktım çamura. Eğilerek sağ elimi çamura sürdüm ve üzerime sildim pisliği.

Ateşin Bilinmez Tonu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin