Bazı zamanlarda, insan sıkılınca kendini yalnız bulmak ister ya, bende o insanlardan biriyim işte. Ağlayan da benim, kendimi avutanda. Hayatımda yalnız kalmak istemezken, bu benim korkumdu. Şimdi yalnız kalmak istiyorum. Herkesten uzak, kendimi soyutlamak.
Çatım altına giren günâhlarımın sesi olmak istiyorum... Sesi, sesime hapsetmeyi arıyorum.
Bir var, bir yok...
Yalnız kendimle yaşamak istiyorum. Ölmeyi değil, kimsesiz çıplak bedenime yeni yamalı kıyafetler giydirmeyi diliyorum. Diliyorum ki; bacaklarım tutsun. Genzimden yükselen memnuniyetsiz homurtular, yer yer soyduğum duvarın köşesine çarptı. Duvarları kemiriyordum ara sıra. O duvarları kemiren tırnaklarımdı. Törpülemediğim, tırnak makasıyla kesmediğim uzun bakımsız tırnaklarımı içimdeki acıyı hafifletmek amacıyla duvarlara saplayıp çiziyordum.
Sabahın ilk saatleri vurmuş pencereme. Yatağımdan gerinerek doğrulurken, kollarımdan destek alıp bacaklarımı kendime doğru çektim. El parmaklarımı, ayak parmaklarımdan diz kapağına kadar uzunca, boylu boyunca gezdirdim. Dokunuşumu kendim hissedebiliyorken, tenimdeki tüyler şahlanmıyordu. Hissedemiyordum. Beni yakıp kavuran, bir ateş vardı yüreğimde.
Ettiğim yeminlerim, gecenin saatlerini teğet geçerken sabaha kadar uyuyamamıştım. Gözlerim mühür yemişçesine, tavanda takılı kalırken beynimi kemiren düşüncelerimde boğulmuştum. Dönemediğim yatak, canımı yakıyordu. Kendimi gereksiz bir kişi sıfatına koyup koyup gözyaşlarımı sabaha kadar akıtmıştım. Ailemin olmaması iyi bir şey miydi, kötü mü bunu bile ayırt edememiştim. Ailem varken yoktu aslında. O kavram benden çok uzakken, sabahıma doğan güneş ile düşüncelerim çatladı tam ortasından.
Kalkma vaktiydi. Yeni bir gün, yeni bir sabah, yeni umutlar demekti. Umudumum meşalesindeki ışığı kaybeder oldum. Kendim bile anlarken, çevremdeki beş parmağın beşini geçmeyen kişiler anlayamıyordu.
Ben yarım bir kadınım. Öyle kalacağım, iyileşemeyeceğim... Kendi iç sesimin dünyası yirmi iki senedir ispatlamıştı bacaklarımın tutmayacağını. Kabullenmiştim, hem de çok. Lâkin kimse benim kabullenişimi anlamıyordu. Gözlerimdeki parıltıların kaybolduğunu göremiyorlardı.
Engelim vardı diye okula gitmeyişim de cabası. Sorun şu ki, dünyada engelli olan ben değilim sadece. Benimle aynı kaderi paylaşan nice insanların yüzlerinde yer edinen gülümseyişleri görmüştüm. Mutsuz hayatlarında mutlu olmaya çabaladıkları için hedeflerini çizmiştiler yaşantılarına.
Benim ise tek bir gayem vardı; siyasetin içerisine atılıp, biyolojik ailemin en değerli uzuvunu koparmak.
Doğrulduğum yataktan tüm gücümle kalkarak, tekerlekli sandalyeme oturdum. Ayağa kalkabiliyor, en fazla üç adım atabiliyordum. Dördüncü adımda ise, zorladığım bacaklarım vücudumu taşıyamıyordu. Direkt bedenim yeri boyluyordu.
Üzerimi değiştirmeyi çok isterdim. Fakat bunu tek yapamıyordum. Evimiz çok büyük değildi. Orta halli bir yaşantımız vardı. Firas babam, sağlık memuruydu. Evin geçimini benim tedavi masraflarımı geçmişinde alın teriyle döktüğü damlaların altında yatan birikimiyle karşılıyordu.
Öz kardeşim sayılan, benden nefret eden ve düşüncelerini açıkça dile getiren Elizan, hemşirelik okuyorken evimde özel dersler aracılığıyla eğitim alıyordum. On dokuz yaşındayken geçirdiğim eklem operasyonu, başarısızlıkla sonuçlandığında içimde güvenin son basamakları da kırıldı. Güvendiğim dağlarıma karlar yağdı. Ayalarım, yağan karların arasında buz tuttu. Binbir emekle dağıldığım yıllarda Firas babam yine ve yine kurtarıcım oldu. Ben düştüm, o ayağa kaldırdı. Üçüncü adımı attım sarsılarak. Dördüncü adımı ise o bekledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...