Şeytanlarım varlığını etkin kılacak.
Kalp atışımdan beynime, beynimden nefesime zar zor nefes alacağım ama; baştan aşağı Şeytanlarım nefsine hakim olacak. Yaralarım bitmek bilmeyecekti. Kocamın tek gülümsemesiyle beni yağmurda boğduracak inancı, yalanlarıyla çakışıyordu.
'Eşiniz geldi' ne demekti...
Aklım o kadar karışıktı ki, yalanların sonu gelmez kuyruğu, askıya alınmıyor. Zaten kırılmış bir kadınım, daha ne kadar sürüneceğim ne kadar ihanet damarının sonu olacağımı bilmiyordum.
'Hayallerim benim ölümüm.' Bi'çarelenmiş dilim, dolanıyor. Gözyaşlarım ıslak öbekler halinde etimi delerken, 'Açıklaması olmalı.' diyordu sızım.
Oturduğum koltuğun yüzeyi kalçamı karıncalaştırırken, arka planda kırık piano tuşlarımın garip dumanlı ezgisi çalıyor. Zamanım boyunca hep koşuyor olacaktım. Hep bir yerlerden inancımı yitirmeyecektim. Arslan'a inancım sonsuzdu, Kılıçhan günahlarımı içen adamdı.
'Akis, câhir ile önümdeki duvarları harlıyor.'
'Ateş, duvarları sarıp alevleriyle damgasına mühür çakıyor...'
Tutunamayacağım dalda, sonbahar mevsiminde dökülüyorum; acılara inatla gülümsüyordum. Allah, beni etten yarattı. Allah, iskeletime kemikler ördü, köprücük kemiklerinden başlayan kafesi dikti.
Ağzıma diş koydu; sesime tel sabitledi, eklemlerime kendini kazıdı, ruhumu bana emanet etti. Emaneti, yasaklı bahçede büyüyüp yetişen sararmış solgun çiçeğin yeşilimsi, dikenli yaprağıydı.
Yaprakta gizli dikenler saklıydı, dikenlere dokunmaya çalışanlar Allah'ın oynattığı kirli perdelerin çığlığına karışan maskelerin süslenen dantellerini giyenlerdi.
Allah'ın ruhumu hapsettiği kafesi taşıyamamak bedenimi hassaslaştırıyordu. Onun yarattığı iskelete aşık olmuştum. Can verdiği, canım bellediğim faniye ruhumu teslim edişim ahirevran düzensizlikte sol şah damarımı parçalayacaktı.
Gözlerimi kararan televizyondan ayıramıyordum. Arslan oradaydı, canlı yayında sorulan her soruya büyük bir titizlikle cevap verirken, yayın aniden kesilmişti. Bunca zaman hep ayakta kalmıştım. Güçlü durmuştum, krizlere ruhumu uyutmuştum fakat bu kriz diğerleriyle aynı kefeye koyulamayacak kadar geniş, engelleri ile tabuları yıkabilecek kadar 'yalan' barındırıyordu.
Gözlerimi, Karel Bey'in kapattığı duvara monte büyük ekran televizyondan ayırarak Berçem Hanım'a çevirdim. Binbir güçle dudaklarımın iki ayrık et parçasını ayırdım. "Telefonunuzu verir misiniz?" Berçem Hanım, "Tabi kızım." deyince Karel Bey, Berçem Hanım'ın cep telefonunu bana uzattı.
Susuyorlardı.
Avazı çıktığı kadar bağıran zihnim şimdi susmayı tercih etmişti. Tıpkı yaratılışım embriyoyla meydana gelen cenin gibi, bir dokunsanız sizde anlayacaksınız.
Zihnimi, yananları, ölenleri, öldürdüklerimi...
Düşünmesem olmuyordu; yarına bıraksam elimde kalacak biliyorum. Yazılmış baş harflerle aynı şartlardayım. Unutsa, unutulacağım. Öpmeye kıysa, kıydığı şey tenim değil cildimin renk değiştiren mor pigmentleri, neşterle yarılacak.
Zaman aldanmadan akıyor, Kıpırtısız dudakları hareket etmiyordu.
Oturduğum koltuktan kalkarken baş dönmeme mide bulantısı eklenmişti. Son günlerde yaşadığım rahatsızlık mide bulantısı belirtisiyle vücuduma sıçrıyordu. Yoğun bir öğürtü dalgası, baştan uca organlarımı ezerken nefes alışım akciğerlerime kıymıklarını batırıyorlar. Batanlar gökyüzümde uçurduğum uçurtmanın gövdesi değildi. Batanlar ardı arkası kesilmeyen mide bulantımın zehir tadıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...