Ruhumda gezinen şeytanlar var. Kemiğimde dolaşan suskût vâveylalar. "Yetmez mi?" diye bağıran bayat havadisler. Küle dönüşen hayaller, toz olmuş biraz gerçekler.
Bedenim muharebeden çıkıp ailesine sevinç ile sarılan asker gibi eğilmiş beni sevip kabullenen adamın öptüğü yer, cayır cayırdı. Kemerle darbe indirdiğim bacaklarım ateş hattıydı. YANIYORUM. Doğduğumdan beri kavruluyorum. Bilmediğim toprağa gömdüğüm çürüyen cesetten geriye bir şey kalmamıştı. "Yarım bir kadınım."
"Artık değilsin." Parmaklarımın arasında sıkıca tuttuğum a4 kağıdına tekrar baktığımda derin bir nefes çekebildim akciğerlerime. Soyönder'in bahsettiği patron Arslan'dı. En başından -onunla tanışmadan evvel- silik bir gölge gibi arkamdan yürüyen kendisiydi.
"Nasıl?" diye soruyordu zihnim. Zihnin kefareti yudum yudum akıyordu irislerine. "Sen nasıl hayatıma girdin?"
Kapattığı kapıya sırtını yasladığında, çenesindeki çukur belirginleşti. Gözleri kısıldı, tenindeki yanıklık aynadan yansıyan parıldamayla kırıldı. "Öğrenemeyeceksin," dedi bacaklarımdaki kanayan yaralarıma iç geçirerek. "Zanlımca öğrenemeyeceğin tek gerçek ateş parçası. Sen nasıl benden gizini saklıyorsan," yutkunuşuyla boğazındaki adem elması indi. "Benim de sakladıklarım var."
Gözlerimi kırpıştırdım. İki büyük adım atarak, burnumun ucuna girdi. "Beria KILIÇHAN." Kendi soyadını bana armağan edip bağışladığında, Karel Bey'in, 'Sen kimsin?' sorusu yankılandı paslı kulaklarımda. Dövülen kelimelerinin altında yatan sual, cevabı vermişti. Arslan babasının bana kullandığı ağır sözleri bu şekilde telafi etmiş olamazdı değil mi? Her şeyden haberi olan adamın bundan da haberi olmamıştır.
Virân kaldığım ömre bedel kehribarları, kalp atışımı hızlandırdı. Bacaklarımdan süzülen kan damlacıkları sicim sicim sızlarken, alt dudağımı yaladım. Habercinin evini taramıştım, bomba atmıştım konağına. Bir cana kıyarken, sıranın dayıma geleceği günü iple çekiyorum. Titreyen parmaklarımın hareketlerini durduramadığımı anlayan Arslan kağıdı alıp cebine katlayarak koyduğunda, çenemden kavradı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdı, rüyalarımda göremeyeceğim ten kıvılcımı etrafımızı sarınca kirpiklerim titreşti. "Saklıyorsun," deyince burnunu burnuma sürttü. "Saklıyorum."
"Neden peki?" Gözlerini kapatınca dudaklarında sakladığı tebessüme hayranlıkla baktım. "Bir nedeni olmalı," deyince çenemdeki eli, elimi kavradı. Ellerimden sıkıca tutup belime sarılıyor; çıplak kaslı göğsü havlumun altında dinç duran göğüslerime çarpıyor. Farkında değildi, bedenimin dil bilgisinden. Arslan, buz kesen ruhsuz yüreğime ağır geliyordu. "Ben seni," dedim katlanamayarak. "Tanımadan tanıyordun beni. İlaçlarımı gönderen o adam sendin." Burnuma anımsayan kokusu uzaklaştığında benimkilerden başını olumlu anlamda sallayarak düşüncelerimi teğitledi. "Dünyan yalnızca benimle dönmüyor, Beria. Babana sorsaydın kimliğimi, aylar önce imzaladığın anlaşmanın maddelerini öğrenebilirdin. Neden yapmadın?"
"Kim olduğumu iyice sorgulatsaydın erkenden, şimdi bu soruları sormayacaktın." Ellerimi ellerinden çekerek öfkeyle kendisine baktım. Dik bakışlarım mimiksiz donukluklarına değdiğinde, sağ kaşı havalandı. "Bana ulaşan baban oldu!" Benden uzaklaşıp aynanın çaprazına yerleştirilen tekli ekru berjerin üzerine oturdu. "Yalan mı?!" diye sorunca, dilimi tutamadım.
"Ailemi bulmam amacıyla babam yanına geldi Kılıçhan! Siyasetçi dışında kim olduğunu merak etmemiştim."
"Ben ettim." Yüzünü buruşturdu. "Senin kim olduğunu öğrendim ve haberin yokken ilaçlarını Soyönder tarafından ilettim sana."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...