🅾 36. Bölüm: "GÜNEŞ VE AY."🅾

43.7K 579 1.5K
                                    


Gecelerce kaybettik ama ilk kaybedişimiz değildi.

Ağlayarak kendimizi avuttuk, güçlüyüz diyerek zayıflılığımızı kabul etmedik. Biz insanlar nankördük. Kendimize saygımız yoktu, kaybettiklerimize tesellimiz çoktu. 

Bilakis umuda vurduğum zincir, boynuma dolanıp intihara teşviklerken ölen ben değildim. Yaşamak nefes almak demekti, yaşıyordum ancak nefes aldığımı düşünmüyordum.

Kaybettim, kaybetmekten korkuyordum. Onsuzlukla sınanmaktan korkuyorum, onsuz nefes alabileceğimi düşünmüyordum.  Uç duyguları aynı anda yaşayan gözlerimin feri sönerken ağlayarak bağırdığım ses tellerim ağrımıştı. Camlardan yankılanan acı sesim kendime yabancıydı.

"Arslan," diye kesik kesik inleyip dizlerimin önüne çöktüğümde ellerimle yüzümü kapattım. Gözlerimi yumup hıçkırıklara boğulduğumda, "Yalvarırım ölme!" dedim.

Ölme...


'Gözlerinizin önünde sevdiğiniz kişi yere yığılıyor. Çırılçıplak vücudunda gördüğünüz yokuşlar sırtını kaplamış morluklardan oluşuyor. Onun soluğunu teninizde hissedemeyeceğinizi düşünüyorsunuz, düşündükçe de deliriyormuş gibi hissediyorsunuz.

Asıl mesele buydu sevdiğinizi gözlerinizin önünde görmek, cansız teninde soluğunuzu gezdirmek... Hayat bulmayan irislerindeki boşluğa dalmak. Vücudunda elinizle neresini yoklarsanız hareketsiz yatan kişinin, kasılmalarına dokunursunuz.' Ölüm o kadar ağırdı ki ben kollarımın arasında yatan kükürt kokulu adamın kokusunu duyumsayamıyordum. 


Bedeni yerde, gözlerim burnundan akmış kanda takılı kalırken yarım saat boyunca kilitli kalmıştım. Kendimi hareket ettiremiyordum, koşup yardım çağırmam gerekiyordu fakat ben heykel misali put kesilmiş aşık olduğum adamın bedenindeki değişmeleri izliyordum.

Saat kaçtı? Kaç dakika geçti ellerimde tutamadığım ruhumdan. Vücuduma hayat veren ruhum ölümün sessizliğinde salınıyor lakin beni bir türlü yalnız bırakmıyordu.

Ona geç kalmıştım. Yerde yatan çırılçıplak bedeni hareketsizdi, nefes almıyordu...

Ağlayışlarım kuvvetlenince sesimi duyurmak için harcadığım enerji kemiklerimden kaybolmuştu. Sırtındaki morluklar, yanık tenine ait değildi. İğne ucu büyüklüğündeki kırmızı noktalarsa hastalığının panzehri değil.

Arslan ölüyordu, sevdiğim adam; sığınağım ellerimin arasından kayıp gidiyor ben ise ağlamaktan girişimde bulunamıyordum. Ailem bellediğim canlı usul usul yaşama belirtisi göstermezken, omuzlarımın sarsılması benim suçum değildi.

'Böyle son bulma gülüşüm...'


Tırnaklarımla kollarımı çizdim. Kanatarak, etimi parçalayıp derimin tahribe uğramasını sağladım. Gözlerimi açıp yeri izlemeye başladım. Yüzümü örttüğüm ellerim öylesine iki yanımda sallanıyor bakışlarım önümdeki canlılığı göremiyor.

Görseydi, ölen insandaki değişiklikleri harelerim seçerdi. Arslan yavaş yavaş tüm reflekslerini kaybediyorken, göz kapakları titreyerek açıldı ve ölecek adamın göz kapakları yarım saatten önce kapanmazdı.

Ateşin Bilinmez Tonu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin