Bakışlarım ayak ucumdaki çerçeveye kaymış oradan bedenime batan iğnelerin açtığı yaralarıma nüfuz ediyordu. Elizan'ın dağılmış saçları bu sefer yanaklarını kirleten görüntüye dayanamamış güzel tenini kirletivermişti. Yanağımda bir sızı hissettim. Islak küçük bir öbek, ruhuma değil yüreğime de akıyordu. Gerçek bir çığ gibi büyümüş, hakikati haykırıyordu savaş meydanında kılıçlarını yenilgiyle düşüren süvari askerlerlere. 'Gerçek değil,' dedim içimden. 'Elizan'la, Arslan'ın geçmişi olamaz.'
Diş bilendiğim de zavallı oluşuma hayıflandım. Ben Arslan'ı yakarken, onun tarafından yandığımın farkına varamamışım. Neden böylesine bir acı çektiğimi anlayamazken, onun tarafından etkilenilmek gerçeği ekilmişti tarlama. Arslan'ın yüz ifadesi kararınca, Elizan'dan haykırış koptu. "Hepsi sana ait!" Ayağıyla kutuyu tekmelediğinde, bacaklarıma çarpıp geri geri boylayan kutunun kapağı bir köşeye savruldu.
Sol gözümden düşen yaşın farkında değildim.
Arslan'ın etkisiydi sıkıldığım. Hipnoz olan cevahir ruhuydu sarıldığım.
"Neden bana bunu yaptın Duhan? Beria'yla benden intikam almak için evlenmeyi kabul etmişsin. İstediğini veremediğim için mi yaptın her şeyi? Ona aldığın kokuyu taşımak istemediğimden mi onu kabul ettin?"
Turunç yağı kokusu, yıllardır aynı evde yaşadığım Elizan'ın kokusu değildi. Bana özel sanmıştı, yüreğe düşen zalvihâr kelâm. Ayakta dursaydım şüphesiz dizlerimin bağı çözülürdü. Dimdik karşıya Elizan'ın gözlerinin içerisine baktım. Nefret, kibir muhalefetle dolu harmanlanmış yalanları ile irislerim kısıldı. Arslan put gibi hareketsiz bedenini harekete geçirdi. Elizan'ın kolunu tutarak sürüklediğinde tekerlekli sandalyemi ileri doğru sürdüm. Çakmakla yakılmış ateşin küllerini gözlerinin bebeğine saklayan Arslan, "Sakın!" diye uyardı beni. "Arkamdan gelmeye çalışırsan zararlı sen çıkarsın."
Suratı kıpkırmızı kesilirken, Elizan'ı kavrayan parmakları bembeyazdı. Acıyla kasılan yüzü düştü Elizan'ın. "Duhan kolumu bırak." Yalvarıyordu, korkuyordu. Ağlamaya başladığında vicdanımın sesini susturduğum organım hoplaya hoplaya atıyordu.
Avuç içlerim terledi, şakaklarım öz olmayan fakat kardeş olarak büyüdüğüm çığlıkla titredi. "Arslan bırak!" Ok edasıyla attığım soğuk bakış işe yaramıyordu. Arslan yine bildiğini okuyup cümlemi takmadı. Belimi bükerek ayaklarımın dibine atılmış çerçeveyi alırken Karel Bey'in benden önce davranmasıyla elim boşluğa düştü. Sorgulayan harelerim bu yaptığını ayıplarken mantıklı tarafım gerçeği bağrıyordu. Ailenin benden sakladığı büyük bir şey vardı. Öğrenmemden korktukları, istemedikleri büyük gerçek. "Bana verin," dedim Karel Bey'e. Adam ölesiye kibirliydi ki çerçevenin içindeki fotoğrafı hışımla çıkarıp ceketinin iç gözüne koydu. "Alabilirsin." Dedi boş çerçeveyi dizlerimin üzerine bırakarak. Dilimin ucunu ısırdım. Adam bildiğin benimle oynuyordu. Saygısızlık yapmayı kendime yakıştırmazken dilimi kanattığımın farkına vardım. Çerçeveyi sıkıca tuttum, Karel Bey'in gözüne baka baka kapının yanına duvara monteli koca harflerle, 'KILIÇHAN' yazılı yazının altındaki lüks ve büyük aynaya fırlattım. Tuzla buz haline dönüşen aynanın parçalarının çıkardığı gürültüyle üzerime yürüyen Karel Bey'in öfkesi çakıştı. Arslan'ın delici kehribarları birazdan yaratacağı etkiyi anlatıyordu. Üzerimdeki yoğun iki çift öfkeli bakışları hissedebiliyordum.
Birazdan kopacak.
İsrafil sura üfleyecek, kefene sardığım Eşvak, toprağın altından dirilecek. Öleceğim, öleceğiz. Emareleştirdiğim cehennemi öylece bir çift harelerin kızıllığına kapılıp, eriyen ruhlara sunuyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateşin Bilinmez Tonu
General Fiction"Sen ateşsin Arslan. Dokundukça yakan, öptükçe yara barındıran... En çok da aşksın. Sen benden başkasına yar, bir başkasının tenine de yara olamazsın..." ~Beria Aytun~ . Suudi Arabistan Kralı Abdulaziz'in kızı Beria Aytun, babası tarafından ölüme t...