Tom Riddle, Kehanet dersliği yolunda, onu izleyen sayısız portre arasında ilerliyordu. Büyük bir ahenkle hareket eden hareketli merdivenlerden çıkmayı az önce bitirmişti. Haftanın son dersine girecek olan öğrenciler sonunda hafta sonunun gelmesini dört bir yanda kendi aralarında neşeyle konuşarak kutluyordu. Kelid aynasından sonra hiç konuşmadığı, kızı sınıfın biraz aşağısında, kehanet kulesine çıkan tahta merdivenlerin hemen gerisindeki bir çıkıntıda ikili bir berjerde oturarak dışarıyı düşünceli gözlerle izlerken bulduğunda, ani bir hareketle yanına yöneldi. Sanki ikilemde kalıp, kendisinin de anlamadığı şekilde bir seçim yapmıştı. Hiç bir şey demeden yanına oturdu.
"Selam." dedi Lyncia, çocuğa bakarken. Gülümsemeye çalışsa da bunu başaramamıştı. Bunun yerine yüzünde belirli belirsiz bir hareketlenme olmuştu.
"Derse gelmiyor musun?" diye kaşlarını kaldırdı çocuk.
Sesi kızın kulağına hiç bu kadar normal gelmemişti. Genelde olduğu gibi soğuk ya da mesafeli değildi. Herhangi biri gibiydi. Normal konuşan herhangi biri gibi. Üstelik yüzüğüne de bastırmayı kesmişti.
"Aslında oturmayı planlıyordum. Kehaneti çok sevsem de."
"O halde girmelisin. Hadi gel."
Lyncia duyduğu son cümleye inanamamıştı fakat şaşkınlığını kendisine sakladı. Gözleri bir an belli belirsiz aydınlanmıştı sanki. Kafasını sallayarak koltuktan kalktı. Riddle ile birlikte peşi sıra, yukarıya dimdik tahta bir merdivenle tırmanılan dersliğin yolunu tuttu.
Burası, yuvarlak, kırmızı kadife masalar üzerinde kristal küreler yerleştirilmiş, yine masalar gibi yuvarlak olan duvarları çeşitli ve değişik objelerle süslenmiş, okuldaki diğer tüm sınıflardan daha farklı bir odaydı. En azından Lyncia'ya hep garip denilecek şekilde etkileyici gelmişti. Bilinmeyenin, geleceğin gizemli ilmini yansıtıyordu.
Henüz kimsenin gelmediği sınıfta gözlerine kestirdikleri ortalardaki bir masaya oturdular. Daha ziyade Lyncia'nın oturduğu masaya Riddle'da oturdu. Onca boş masa varken, yaptığı bu tercih, çocuğa da garip geliyordu. Öyle ki bunu, düşünmemek için olabildiğince gücüyle uğraşıyordu içten içe.
Çok geçmeden sınıfa öğrenciler doluşmaya başlamış, yerlerine yerleşerek profesörü beklemeye başlamışlardı. O sırada Lyncia'ya yanında yer ayırmayı düşünerek sınıfa giren Ian ise karşılaştığı manzara karşısında bir an için dona kalmıştı. Kızın yanında bulmayı en son umduğu kişiyi, hiç haz etmediği çocuğu görmüştü. Lyncia'ya üzgün bir bakış atarak kendi binasından birinin yanına oturdu istemeye istemeye. Bu durum karşısında tek şaşıran ve hayal kırıklığına uğrayan o değildi üstelik. Viven de tek kelime etmeden ancak Lyncia'nın fark ettiği üzere kızgın gözlerini ikiliden ayırmadan Sierra'nın yanına yerleşmişti. Eliza Lestrange'in yanından arkadaşına kaçamak bakışlar fırlatıyordu. Söz vermiş olmasa dersten sonra Lyncia'yı kenara sıkıştırıp ağzından laf alabilirdi ama, üstüne gitmemesi gerektiğini anladığından kendi haline bırakacaktı. Lestrange ise, çaktırmadan hemen iki masa önünde oturan Riddle'a ancak Avery ve Nott'un anlayabileceği şekilde bakıyordu.
Lyncia ise, Riddle'ın neden Vivien'in değil de kendi yanına oturduğunu anlamamıştı. Yine de buna itirazı yoktu. Onu ne kadar yakınında tutarsa o kadar ilerleme kat edeceği gibi bir düşünceyle avutuyordu kendini. Aynı zamanda itiraz etmemesinin asıl nedeni, ilerleme mi yoksa başka bir şey mi olduğu düşüncesini aklına geldiği gibi savuruyordu. Bu olmamalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pus (Tom Riddle)
FanfictionFırlattığı defterden geliyormuşcasına, zihninde yankılanan, yılanın tıslamasını andıran uğursuz bir fısıltı işitti. "Tom..." "Tom..." "Tom..." Hiç durmadan adını söylüyordu sanki. "Kurtulamazsın..." "Kurtulamazsın..." "Benden.." "Benden.." Yerde h...