Gökyüzü yırtılırcasına bir şimşek çaktığında Lidena ikinci kez düşünmedi. Önündeki adamı bir hamlede öldürdü ve diğerine baktı.
"Bana liderini göster." dediğinde adam ölmüş arkadaşının ayaklarına gelen kanı ile birkaç adım geri çekildi. Gözlerindeki endişe elle tutulur cinstendi. İşaret parmağını mağaraya tuttuğunda Lidena kılıçını adama fırlattı. Kılıç adamın bedeni ile birlikte ağacın gövdesine saplandığında dönüp arkasındaki hayvana baktı. Yararları iyileştiğine göre artık kendisini koruyabilirdi.
Adamın leşinden kılıcını söküp aldı ve mağaraya yöneldi. Mağaraya girdiği an kılıcı mavi bir ışık ile yanmaya başlamış, tüm mağarayı aydınlatmıştı. Mağara boyunca yürümüş ve kaşlarını çatmıştı. Köylüleri gasp ediyor, onlar lorgan ile çatışırken mallarını çalıyorlardı.
Mağara boyunca önüne çıkan herkesi eforsuzca öldürüp de mağaranın sonuna geldiğinde kadını gördü. Mavi gözlerini kendisine dikmiş, kötü bir niyetle bakıyordu.
"Sen de kimsin? "
Lidena, kanla yıkanmış kılıcını yere dayayıp etrafa bakındı. Çalınmış paralar, eşyalar, yiyecekler, mücevherler...
"Senden daha güçlü bir hırsız. " dediğinde kadın hafifçe gülümsedi.
"O zaman bir iş anlaşması yapabiliriz." diyerek ona yaklaştığında Lidena kafasını hafifçe çevirdi ve kadına baktı. "Ben istersin ben alırım ve sana veririm. Sen de hak ettiğimi verirsin. "
Lidena, kadının gözlerine bir müddet baktıktan sonra hafifçe kafasını kaldırdı ve yukarı baktı. Anladığı kadarıyla tahtadan bir balkon yapmışlardı ve bazı askerler onlara oklarının ucunu tutmuştu.
"Bana safran lazım." dedi gözlerini yukarıdakilerden çekerek.
"Safran? "
Karşısındaki kadın gözlerini kıstı.
"Safran yıllardır çıkarılmıyor." dedikten sonra ellerini ovuşturdu. "Buranın güney batısına gidilirse. Yaklaşık 2 gün 2 gecelik yol. Dağlarlar çevrili bir vadi var." diyerek sola doğru birkaç adım attı. "Vadide yaşayanların ataları bu dağlardan safran çıkarıyormuş." deyip bu sefer de sağa doğru yürüdü. "Bana karşılığını verirseniz elbette ki size getirebilirim."
Lidena kafasını iki yana salladı.
"Gerek kalmadı. "
"Ne? "
"Bilmem gereken tek şey yeriydi. Sen de öylesine söylemiş bulundun."
Kadın şaşkınca gözlerini açmıştı ki Lidena hızla kılıcını kaldırdı ve kadının üzerine koştu. Okçular Lidena'yı hedef aldıkları esnada önlerine düşen yabancı bir adam ile geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Adam, kılıcıyla yaylarını kırmış ve hepsini teker teker aşağıya düşürmüştü. Lidena ise çoktan kadını öldürmüş ve yukarın aşağıya düşen adamların ruhlarını teslim almıştı.
Bir adam için kılıcını iki kere sallama gereği bile duymamıştı. Yabancı içerideki tüm adamlar öldüğünde durup yukarıdan genç kıza baktı. Lidena ise cesetlerin başında durmuş, uzun bir süre beklemişti.
Babasının halkı...babası bir hiç uğruna mı ölmüştü? Peki ya annesi? Annesi boş yere mi donmuştu yani? Sırf kardeşi tahta geçsin diye, sırf kardeşini böylesine sevdi diye mi olmuştu sırf bunlar.
Genç kız ne düşüneceğini bilemedi. Dakikalarca bekledi. Dakikalarca düşündü. Onun buz tutmuş bir malikanede öğrenebileceği pek bir duygu yoktu. Çok daha kötüsü ilk öğrendiği duygular pek de hoş değildi sanki. Sevgi ve şefkati görmeden kin ve nefret ile tanışmıştı. Bu onun değil, onun karşısına çıkacak kişilerin canını yakardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lidena
FantasyEski Veliaht Guan'ın kızı olan Lidena, babasını öldürmüş olan amcası Zeord tarafından sürgünden çağırılır. Ancak İmparator Zeord'un oğlu veliaht Gablin savaşta ölmüştür. Tahta geçebilecek herhangi bir veliaht yoktur. Zeord, Lidena'yı da savaşa gönde...