Bölüm 13

6.9K 470 58
                                        

Açıkta kalan boynuma iyice eğildi ve bir öpücük kondurdu. Dudağının sıcaklığı tenimi yakmıştı. Bir heykel gibi donakalmıştım hareket edemiyordum. Benden gitgide uzaklaştığını hissediyordum. Bu sefer hızlı değildi yavaş yavaş ayrılıyordu yanımdan. Zaten artık arkama bakmaya cürretim yoktu. Koşarak koridorun sonuna gittim ve merdivenlerden aşağıya indim. Tuhaf olan şu ki nöbet tuttuğum yeri gördüm. Bu imkansızdı. En az üç kat yukarı çıkmıştım. Ama bir merdiven inince en baştaki yere dönmüştüm. Bunu sorgulamayı sonraya bırakarak masaya geçtim. Karaladığım kağıt ve bıraktığım kurşun kalem yerli yerindeydi. Bu binada daha fazla duramazdım. Hemen çıkıştan çıktım ve büyük bahçeyi görünce derin bir nefes aldım. Oksijeni iyice içime çektim. Arkama baktım. Daha yeni çıktığım binanın çıkışı karanlıktı. Bu sefer korktum ve geriledim. Diğer binaların girişlerini gözüme kestirdim. Belki bir öğrenci bulur onunla konuşurdum. Çünkü yalnız olmak korkutucuydu. Beşinci girişi seçip o binaya doğru yürüdüm. Kapıdan içeri girdim. Nöbetçi masasına baktım. Bu kadar da tesadüf olamazdı. Yine o bana yardım eden çoçuktu. Ama yine de tanıdık bir öğrenci olması işime yarardı. Önünde nöbetci kağıtlarından vardı ve o da benim gibi kağıdı karalıyordu.Ona doğru yaklaşınca benim geldiğimi anladı ve kafasını bana çevirdi. Ona mahçup bir gülümseme attım. O da ne oldu bakışlarını bana attı. Yanına geldim ve hemen konusmaya başladım.
"Beklediğim yerde okul icin hiç kimse gelmiyordu benim de canım sıkıldı. Diğer öğrencileri ziyaret ediyim dedim. Öylesine buraya girdim ama tesadüfe bak ki burada sen varmışsın. Kesinlikle bilinçli olarak yapmadım."dedim. Son cümleyi bastırarak söylemiştim. Bana alaycı bir gülümseme attı.
"Bu kadarı da tesadüf olması biraz tuhaf değil mi?"dedi. Bana inanmıyordu. Onun için buraya geldiğimi sanıyordu ama yanılıyordu. Ben Bora ve Emir hariç başkası için bir şey yapmam. Ona kızgın bakışlarımı fırlattım.
"Ben buraya bilerek gelmedim tamam mı!"dedim. O da bana tabi tabi öyledir gibisinden kafasını salladı. İyice sinirleniyordum. Elimde olsa burayı terk eder giderdim ama tekrar o binaya girmek istemiyordum. Ormana gidemezdim dışarı çıkmak yasaktı. Bahçede dolansam müdür azarlardı. Tükürdüğümü yalamak zorundaydım.
"Tamam gerçekleri söyleyim. Ben nöbet tutarken korktum ve bir öğrencinin yanına gitmeyi düşündüm bunun da senin olabileceğini düşündüm ve senin yanına geldim oldu mu?"dedim. Sırf bu konunun kapanması icin yalan bile söylemiştim. Kesin yanlış yorumlayacaktı. Yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu ve sandalyeye sırtını yasladı.
"Evet oldu."dedi. Sandalyeden kalktı ve yanıma geldi.
"Neden benim yanıma gelmeyi seçtin?"dedi. Seçmemiştim ki şans eseri o çıkmıştı. Hangi binada nöbet tuttuğunu bile bilmiyordum. Ama yalanımı devam ettirmek zorundaydım.
"Nöbet tutan öğrencilerin arasında sadece seni tanıyordum o yüzden."dedim. Tek kaşını yukarı kaldırdı.
"Bu kadar mı?"dedi. Daha ne dememi bekliyordu. Sensizliğe dayanamadım, beyaz atlı prensim beni korur diye sana sığındım dememi mi bekliyordu. Çok beklerdi.
"Evet bu kadar."dedim. Gözlerini devirdi ve yanımdan geçti. Koridora yöneldi. Nereye gidiyordu? Ben yalnız kalmayayım diye onun yanına gelmiştim ama o beni yalnız bırakıyordu.
"Nereye gidiyorsun?"dedim. Durdu ve arkasını dönmeden konuştu.
"Acıktım, kantine gidiyorum."dedi ve güldü." Hemen dönerim, bensiz duramadığını biliyorum."dedi ve gitti. Sinirden yumruğumu sıktım. Altı gün boyunca aklımın ucundan bile geçmemişti bugün de tamamen tesadüfen karşılaşmıştık. Ama o hala başka yorumluyordu. Eğer Bora olsaydı ona gününü gösterirdi. Ama Bora beni altı gündür hiç aramamıştı. Onu defarlaca arıyordum ama telefonlarıma cevap vermiyordu. Bu kadar abartılacak bir durum yoktu. Küçük bir yalan yüzünden bana tavır alması saçmaydı. Zaten yalan söylediğimi bilemezdi. Ormanda da tek başımaydım. Beni gören filan da olmamıştı. Yani ona bu yaptıklarımı yetiştirecek biri de yoktu. Hem bu okuldakilerin onu tanıması da olanaksızdı. Ama yalan söylediğimi ilginç bir şekilde biliyordu. Masaya geçtim. Telefonumu masanın üstüne koydum ve sandalyeye oturdum. Karaladığı kağıda baktım. Çok güzel bir karakalem resmi vardı. Yetenekli çoçukmuş. Ama resimdekinin kurt olması bana o uğursuz geceyi hatırlattığı için kağıdı ters çevirdim. Arkası boştu. Elime kalemi alıp bana sorulan o bilmeceyi yazdım.
'Ben hayatındaki gördüğün en yırtıcı hayvandan daha tehlikeliyim. Güneşe alerjim vardır. Kırmızıyı da çok severim.' ve altında ir harlerini yazdım. Yine filmlerden yola çıktım. Oradaki yaratıklardan hiçbiri bu tanıma uymuyordu. Şu an bir Sherlock Holmes'e çok ihtiyacım vardı. Emir bunun ne olduğunu bilirdi belki. Yok ya bilseydi bile bana söylemezdi. Yine şu okulun sakladığı çok büyük sırrın bir parçasıdır. Bütün her şeyi bir araya getirmeyi düşündüm. Bana soğuk davranan öğrenciler, ormandaki kurta benzeyen hayvan, ortadan yok olan bir ceset, beni korkutan o hızlı şey ve bu saçma bilmece. Hepsi birbiriyle bağlantısızdı. Filmlerde de böyle olmaz mıydı? İlk önce birbirinden bağımsız gözüken bir kaç olay olurdu. Ama bir tanesi çözülünce diğerleri de çorap söküğü gibi gelmez miydi? Yani şu an yapmam gereken bir olayı çözmem gerekiyordu. Bilmece bana daha cazip gözüküyordu. Tekrar film kahramanlarını düşünmeye başladım. Çok film izlemenin faydalarıydı işte. En azından fikir yürütebiliyordum. Ayak sesleri duydum. Bana yardım eden çoçuk olmalıydı. Ona aldırmayarak önüme bakıp düşünmeye devam ettim. Elimde kalemi çevirdim. Bu düşündüğümün belirtisiydi. Güneşe alerjisi olan bir hayvan. Aklıma yarasa ve baykuş geldi ama ir harfleri ile bitmiyordu. Peki kırmızıyı sevmesi ne anlama geliyordu? Aklıma ilk gelen boğa oldu. Ama bana bilmeceyi soran şey bir hayvan değildi. İnsan gibi gözüküyordu ama insan olamayacak kadar hızlıydı. Masanın üstüne sertçe posetin koyulması düşünmemi yarıda kesti. Kafamı kaldırıp baktım. Bana yardım eden çoçuk otuz iki disini gösterek gülüyordu.
"Biraz insan olmayı dener misin?"dedim. Dudağını büzdü.
"Denemeye çalışırım."dedi. Kendine hakaret etmesi beni güldürdü. Bakışları önümdeki kağıda kaydı.
"Noldu bilmece mi çözüyorsun?"dedi. Ona bugün olanları anlatmama kararı aldım.
"Evet bir kitapta görmüştüm. Uzun zamandır cevabını bulamıyorum."dedim. Daha da meraklandı. Masanın üstüne oturdu.
"Bakalım ben çözebilecek miyim?"dedim ve kağıdı aldı okumaya başladı. Gözlerini şaşkınlıkla açtı.
"Hangi kitapta gördün sen bunu?"dedi. Yine mi yalanım ortaya çıkacaktı?
"Uzun zaman önceydi kitabın adını hatırlamıyorum."dedim. Bana baktı. Gözlerimi okumaya çalışıyor gibi bir kaç saniye aralıksız baktı. Bakışlarını tekrar kağıda yöneltti.
"Cevabını bulamadım. Zaten saçma bir şeye benziyor, kafanı böyle saçma şeylere yorma."dedi ve elindeki kağıdı buruşturup yere attı. Tuhaf davranmıştı. Şu an şüpheli konumundaydı benim için.
"Tamam."diyip kestirip attım. O da poşetin içinden iki tane kek aldı. Birini bana uzattı. Acıkmıştım ama onun verdiği bir şeyi yemicektim tabi ki. Kafamı hayır anlamında iki yana salladım. Bana baygın bir bakış attı.
"Farkındaysan kapalı bir paket yani içine zehir koyma ihtimalim yok."dedi. Gülümsedim ve keki aldım. Önüme koydum. Sadece onu susturmak için almıştım, yemicektim.
"Sen neden bugün korktun?"dedi. Yeni bir yalan söyleme vakti gelmişti. Hemen bir şey düşündüm.
"Hani elektrikler kesimisti ya o yüzden. Karanlıktan korkuyorum da."dedim. Güldü.
"Bütün kızlar mı karanlıktan korkuyor acaba?"dedi. Evet bu genel bir problemdi. Tabi ki korkmayanlar vardır ama çoğu kızlar korkuyordu. Mahçup bir şekilde gülümsedim.
"Neyse sen hiç Alacakaranlık filmini izledin mi?"dedi. O filmin hastasıydım. Vampirler, kurtadamlar filan vardı. Çok güzeldi.
"Tabi ki."dedim. Elindeki kek ambalajını yere attı. Sinir olmaya başlamıştım. Sürekli yere bir şeyler atıyordu.
"Oradaki kız var ya Edward'ın sevgilisi. O kız taş gibi değil mi?"dedi. Ben de filmle ilgili önemli bir şey diyecek sandım. Ama burada güzel kız muhabbeti yapıyordu.
"O senin fikrin ama daha güzel kızlar var."dedim. Poşetin içinden büyük bir çikolata çıkardı. Canım ne kadar çekse de ondan bir şey istemiyecektim.
"Mesela."dedi. Filmdeki karakterleri düşündüm. "Mesela Victoria çok güzel bir kadın."dedim. Biraz düşünür gibi yaptı.
"Evet o kadın da çok iyi."dedi. Çikolatadan bir ısırık aldı. Bakışlarımı önüme çektim. Canımın çektiğini bilmesini istemiyordum.
"Üzülme ya sen de güzelsin."dedi. Ne üzülüyormuymuşum. Ben çikolataya bakmamak için öyle yapmıştım. Tekrar ona baktım. Tek kaşımı kaldırdım.
"Neden üzülecek mişim?"dedim. Bana küçümseyerek baktı. Baştan aşağıya süzdü.
"Yani ne biliyim. Bir oradaki kızlara bakıyorum bir de sana bakıyorum aranızda dağlar kadar fark var."dedi. Ben neden onu ilgilendiriyordum ki. Ordaki kadınlar tabi ki güzeldi. Güzel olmasala orada oynatmazlardı. Ama beni bu kadar aşağılaması kanıma dokundu.
"Ben de o kadar estetik yaptırsam ben de güzel olurum. Onlar yapay güzeller bir kere."dedim. Gülüşünü derinleştirdi.
"Tamam ya kızma hemen sen de birazcık güzelsin dedim ya."dedi. Çok sinir bozucuydu.
"Benden sanane ki."dedim. Yüzündeki gülümseme yok oldu.
"Haklısın banane ki."dedi. Elindeki çikolatayı masaya koydu ve poşetin içinden kola çıkardı. İyi olmuştu ona. Masanının üzerindeki telefonumu aldım ve kurcalamaya başladım.
"Neden bir şey yemiyorsun?"dedi. Benle konuşmaz sanıyordum. Kafamı kaldırmadan cevap verdim.
"Aç değilim."dedim. Güldüğünü duydum.
"Merak etme bunlarla kilo almazsın."dedi. Ben öyle takıntılı biri değildim ki. İstediğim zaman yerdim istediğim zaman yemezdim.
"Sorun kilo alıp almamam değil aç değilim."dedim. Sessizlik oluştu. Karşılık vermesini bekliyordum. Bir şey söylemeyeceğini anlayınca telefondan rehbere girdim. Tekrar Bora'yı arayacaktım. Arama tuşuna bastım ve telefonu kulağıma götürdüm. Her zamanki gibi telefonu çalıyordu ama açmıyordu. Acaba başına bir şey mi gelmişti? Çok negatif birisiydim. Belki telefonu kaybolmuştur o yüzden cevaplayamıyordur. Bu şey mantıklı geldi.
"Sevgilin mi?"dedi. Sevgiliydik galiba. Olmasak bile ona öyle söyliyecektim. Evet anlamında kafamı salladım.
"Sana bakan bir erkek mi? Bence o insan değil."dedi. Sinirimi tavan yaptırıyordu. Dişlerimi birbirine bastırdım.
"Bu seni ilgilendirmez tamam mı?"dedim dişlerimin arasından.
"Sinirlendin mi?"dedi. Sanki bilmiyormuş gibi bir de soruyordu.
"Sence?"dedim. Güldü. Ona sinirle baktım.
"Sen kendine baksana ilk önce. Anca öyle şu kız güzelmiş bu kız kötüymüş muhabbetleri yaparsın. En son ne zaman sevgilin oldu? Milattan önce mi?"dedim. Böyle bir tepki vermemi beklemiyordu.
"Yo zaten bir sevgilim var."dedi. Sevgilisi varken bana böyle davranamazdı.
"Kim acaba kesin taş devrinden kalma biri."dedim gülerek. O da güldü.
"Hayır bu zamana ait ve emin ol senden katlarca daha güzel."dedi. Yine konuyu bana getirmişti.
"Benim güzelliğim seni niye bu kadar ilgilendiriyor. Gerçekten bir sevgilin varsa ona göre davransan iyi olur."dedim. Düşünürmüş gibi yaptı.
"Davranmazsan nolur."dedi. Evet nolurdu. Gözlerimi kıstım tehdit eder gibi bir sesle
"Sevgiline şikayet ederim."dedim. Yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu.
"Sevgilimi tanımıyorsun bile."dedi. Bozuntuya vermemeliydim.
"O zaman sevgilime şikayet ederim."dedim. Kafasını tamam anlamında aşağı yukarı salladı. Saate baktım beş olmuştu. Yani nöbet bitmişti. Ayağa kalktım. Telefonumu da aldım ve masadan çıktım.
"Noldu?"dedi. Ona bakmadan cevap verdim.
"Nöbet bitti odama gidiyorum."dedim. O da ayağa kalktı.
"Sen şimdi yine korkarsın ben götürüyüm seni."dedi. Yapacağı yardımda bile aşağılama vardı.
"Ben kendim giderim."dedim. Bir of çekti.
"Uzatma işte. Sana yardım ediyorum. Daha ne istiyorsun?"dedi. Aman aman ne güzel bir yardımdı bu. Çıkışa yöneldi. Ne kadar ona ihtiyacım yokmuş gibi davransam da vardı ama. Onu takip ettim. Bahçeye çıktık. Korkarak çıktığım o binaya girdik. Ona biraz daha yaklaştım. O şeyi tekrar görmeye cesaretim yoktu. Yine uzun bir yürüyüş... Merdiveler, koridorlar, sağa sola dönmeler ve sonunda odama geldik. Cebimden anahtarı çıkardım ve kilide soktum. Kapıyı açtık ve ona döndüm. Şimdi farkına vardım. Bir hafta geçmesine rağmen hala onun adını bilmiyordum.
"Senin adın ne?"dedim. Güldü. En başta yapmamız gereken şeyi şimdi yapıyorduk.
"Batın."dedi kısaca. Adımı sormasını beklemiyordum. Nasıl olsa bütün okul adımı biliyordu. Beni buraya kadar getirdiği için teşekkür etmeliydim. Yüzsüz durumuna düşmemek için.
"Teşekkür ederim."dedim. Gülümseyip kafasını salladı. İçeri girdim. Akşam yemeğini odam da yiyecektim. Odam dan çıkmaya korkuyordum. Yatak odama geçtim. Her şey bıraktığım gibi. Daha doğrusu her şey buraya ilk geldiğim gibiydi. Oda da yapacak bir şey bulamıyordum. Her zaman düzenliydi odam. Dolabımı açtım. Üstümdekileri çıkarıp rahat bir şeyler giydim. Saçlarımı dağınık topuz yaptım. Yatağımın üzerine kendimi attım ve düşünmeye devam ettim. Bilmece çok saçmaydı. En yırtıcı hayvandan daha tehlikeli ne olabilir? Aklıma aslan, ayı, kaplan gibi hayvanlar geliyordu. Ama kendini bir hayvanla karşılaştırması da normal değildi. Hayvandan tehlikeli bir şey... Neyse bunu es geçtim. Güneşe alerjisi olması. Bazı insanların güneşe alerjisi vardı. Bu onun bir hastalığı olabilirdi. Peki ya kırmızıyı sevmesi. Bu da normal bir şeydi. Bende siyahı seviyordum. Bunlarla hiçbir şey bulamazdım. İr harleri de neyi anlatmaya çalışıyordu. Belki ismidir. İr harflari ile biten erkek ismi düşünmeye başladım. Aklıma ilk gelen Emir'di. Benim tanıdığım Emir olamazdı. O pinkiğe gitmişti. Ama Emir adında başka bir öğrencide olabilirdi. Öğrenci mi? Onun insan olduğu kanısına nereden varmıştım? Hızlı hareket etmesi, birden yok olması. Boşluktan konuşması yani görünmez olması. Bence bu cin ya da şeytan da olabilirdi. Yoksa bana musallat mı olmuşlardı? Tüylerim diken diken oldu. Yatakta doğruldum ve bildiğim bütün duaları okudum. Artık korunuyormuş gibiydim. Yataktan kalktım ve mutfağa geçtim. Buzdolabından bir şeyler çıkarıp yemek yapmaya başladım. İyiki yemek yapmayı biliyordum. Yoksa burada açlıktan ölecektim. Yarım saat içerisinde pilav ve salata yapmıştım. Bu ikisi bana yeterde artardı. İki tane tabak çıkardım. Birisine pilav birisine de salata koydum. Tabakları masaya yerleştirdikten sonra ben de masaya geçtim. Bugün çok acıkmıştım. Kahvaltı ile duruyordum. Nöbet tutarken de inatçılığım tutmustu ve Batın'ın verdiği keki yememiştim. Yemediğim için tabi ki pişmandım ama yine olsa aynısını yapardım. Tabağımdakileri bitirince masadan kalktım ve tabakları tezgaha koydum. Bulaşıklar az olduğu için elimde yıkadım. İşim bitince yatak odama geçtim. Cebimden telefonumu çıkardım ve saate baktım. Saat altı olmuştu. Güzel bir duş alıp erkenden yatmayı planlıyordum. Banyoya geçtim. Sıcak suyu açtım bir yandan da üstümdeki elbiseleri çıkardım ve duşakabine girdim.

Duştan çıktım. Asılı olan bornozumu aldım ve üstüme geçirdim. Banyodan çıkıp yatak odasına geçtim. Dolabımı açıp temiz iç çamaşırları aldım. Onları giyip bornozu üstümden attım. Dolabımdan siyah bir eşofman ve üstüne de siyah bir tişört giydim
Kendimi Acun Ilıcalı gibi hissettim. Sürekli siyah giyiniyordum. Saçlarımı tarayıp bir güzel kurutma makinesiyle kuruttum. Saçlarımı gelişi güzel topladım. Masanın üstünden telefonumu aldım. Tuş kilidine bastım. Saat yedi buçuk olmuştu. Bu kadar uzun oyalanmış mıydım ya? Biraz daha bir şeyle oyalanıp sonra uyumayı düşünüyordum. Kitaplığa baktım. Okumak için bir çok kitap getirmiştim. Kitaplığın yanına gittim ve kitaplara göz attım.İçlerinden biri gözüme çarptı. Dan Brown'un Cehennem kitabıydı. Etkileyici bir kitap adıydı. Kitabı elime aldım ve yatağa yöneldim. Masanın üstündeki telefonumu alarak yatağa yattım. Kim bilir belki Bora arardı. Kitabı açtım ve okumaya başladım.

Artık gözlerim ağrımaya başlamıştı. Birkaç saattir kitap okuyordum. Elime telefonu alıp saate baktım. Saat 23:12'ydi. Zaman ne kadar da çabuk geçmişti. Güya erkenden yatmayı düşünüyordum. Kitabı kapattım ve yatağımın yanı başındaki masaya koydum. Kitap sürükleyiciydi. En azından boş zamanlarımda ne yapacağımı biliyordum. Telefonu da masanın üstüne koydum. Müzik dinleyemeyecek kadar yorgundum. Şimdi sırada hayal kurma vardı. Bir tanesi hemen aklıma geldi: Bu okuldan kaçmak. Bütün her şeyi planlamaya başladım. Günüm birinde bana lazım olabilirdi. Uyku beni yavaş yavaş buradan alıp götürüyordu. Ben de memnuniyetle buna izin verdim.

BLOODY MARYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin