Bölüm 48

4.9K 382 22
                                        

Hızlı hızlı nefesler aldım. Ona cevap vermemekte kararlıydım. Bana küçümseyerek baktı
"Noldu sinirlendin mi yoksa? Özür dilerim beni affedebilecek misin?"dedi ve güldü
"Zavallı şey."dedi. Ama dayanamıyorum ona bildiğim tüm küfürleri saymak istiyorum. Dişlerimi bastırdım. Hayır Mary sabret. Neden sabretteğimi ben de bilmiyorum. Lanetli vampir yanımdaki askere işaret yaptı. Onlarda beni götürmeye başladılar. Direnmenin fayda etmeyeceğini bildiğimden onlarla sakince gittim. Her şey buraya kadarmış. Sadece benim hayatım değil diğer öğrencilerinde hayatı buraya kadarmış. Belki küçükte olsa bir umut vardı kalplerinde geleceğe dair. Belki onlarda benim gibi normal olabilirlerdi. Ama bütün filmlerde ya da romanlarda olduğu gibi bir oyun bozan yine ortaya çıkıyor. Kendini bu işe adayan kendilerine başka bir işin yakışmadığını düşünen adamlar. Ama eminim ki onlarında hayatları birbirinden berbattır. Bu kötü tarafı kendilerine kurtuluş olarak görmüşler ve asıl hayatlarını bu yolda mahvetmişlerdir. Ve bazıları vardır ki kimseyi dinlemez sadece kötü tarafın dünya da olması gerektiğine inanır ve geriye kalanları yok etme çabasındadır. Ve bizde onların elindeyiz. Kendilerini istilacı diye nitelendiren bir grup lanetli ırk diğerlerin yaşamalarını istemiyorlar. Aslanın ceylanı yemesi gibi doğanın kanunu diyip bunu kabullenmemiz gerekiyor. Ta ki bir kurtarıcıya kadar. Geriye bir öğrenci kalsaydı bu belki mümkün olurdu ama ya öldüler ya da şu an zindandalar. Noktanın konulduğu cümle gibi hikayede burada bitiyor sanırım. Belki bir umut tekrar filizlenir içimizde. Bir ışık üstümüzde parlar ve bu kötülüğün karanlığından kurtarır bizi. Benim hikayemin de mutlu sona ihtiyacı var. Sıradan da olsa bir mutlu son.
Bir odanın önüne geldik. Burası kaçtığım oda değildi. Kırmızı kapısı olan bir oda. Görevlilerden biri bir çembere takılmış bir sürü anahtar çıkardı. Üstündeki numaraları iyice okuyarak birisini seçti. Anahtar deliğine soktu ve kapıyı açtı. Kolumdan tutan iki adam beni ittiler ve yürüttüler. Bu oda çok daha lüksdü. Bir önceki kaldığım hastane odasını andırıyorken burası bir otel odasına benziyordu. Karşımda iki kişilik büyük bir yatak vardı. Gri bir örtüsü vardı ve kendisini daha modern gösteriyordu. Yatağın on adım kadar ilerisinde ortada bir masa vardı. Gümüş renginde parlak dikdörtgen bir masa. Beni yatağın kenarına götürüp üstüne ittiler. Yüzüstü yatağa düştüm. Yataktan doğruldum ve arkamı döndüm. Askerlerin sadece gözleri gözüktüğünden hepsi aynı kişiymiş gibi duruyordu. Çoğu kahverengi gözlüydü. Askerler dışarı çıktılar. Kolumdan tutan iki asker odada kaldı. Kapını başına geçip bana baktılar. Ne kadar güzel kaçmam artık olanaksız oldu. Karşımdaki duvara baktım saat üçe geliyordu. Akşam olmasına az kalmıştı. Bu üç saat içinde kaçmam gerekiyordu yoksa bu gece iğrenç bir gece olacak. Buna kesinlikle hazır değilim. Peki nasıl kaçacağım? Düşün Mary. Onların bakışlarını üzerimde hissediyorum çok rahatsız edici. Ve üstümdeki elbise de çok rahatsız edici. Beyaz, uzun kollu, ayak bileklerime kadar uzanan bir elbise. Deriye benzer bir kumaştan yapılmış ve çok terletiyor. Yatağın kenarındaki masanın üstündeki su çok güzel gözüktü. Ayağa kalktım. Masanın yanına gittim. Sürahiyi elime aldım ve bardağa boşalttım. Elimi bardağa uzattım. Elimin titrediğinin farkına vardım. Elimi çektim. Sıktım. Derin bir nefes aldım ve tekrar uzattım. Hemen bardağı aldım. Suyu doyasıya içmeye başladım. Sonunda tanıdık bir şeyi hissediyordum. Bardağı masaya koydum. Arkamı döndüm. Yine bana durmaksızın bakıyorlardı. Bu gerçekten sinir bozucu olmaya başladı. Aaa buldum! Suyu içmem zihnimi açmış olmalı. Soğuk bir sesle konuştum
"Ben acıktım."dedim. Bana yine bakmaya devam ettiler. Sonunda sağdaki cebinden bir telsiz çıkardı ve konuşmaya başladı.
"İnsan yemek istedi. Buraya yemek gönderilsin."dedi. Hadi ama onlardan birisinin gitmesini bekliyordum. Birisi giderse diğerinden bir şeyler yapar kurtulurum sanıyordum. Sinirle yatağa oturdum. Telsizle konuşan küçük bir kahkaha attı. Yanındaki ona sertçe bakınca kendini topladı. Onları yoldan çıkarabilirim. Onlara sorular sorabilirim. Soru yağmuru. Ne de olsa bu işte çok iyiyimdir. Sağdaki adam kendini daha çabuk ele verecekmiş gibi gözüküyor. Duygusal bir giriş yapmalıyım. Kafamı önüm eğdim. Sesimi kısarak konuştum
"Bana ne yapacaksınız?"dedim. Lütfen cevap versinler. Olmayacak kapıları zorlamam gerekiyor. Şuan umudum o askerlerde. Prüzsüz bir ses konuştu
"Çok güzel şeyler."dedi. Kafamı kaldırdım. Hangisi dedi hiç bilmiyorum. Kırgın bir sesle konuştum
"Neden bana yapıyorsunuz?"dedim. Sonuna kadar duygu sömürüsü yapmam gerek. Kafamı yana eğip daha da masumane bir tavır alındım. Kapı çalındı. İçeriye yine onlara tıpa tıp benzeyen biri geldi. Bunlar bence klon olabilirler. Artık bende imkansız kelimesi yok oldu. Sözlüğümde o kelimeyi kaldırdım. İçeri giren asker elinde bir tepsi ile yanıma geldi. Yeşil renkli bir çorba, iki dilim ekmek, pirinç pilavı vardı. Sürahinin olduğu masaya koydu. Arkasını dönüp sessizce çıktı. Kapı kapandı. Hala bana cevap vermelerini bekliyordum. Sanırım beklediğimin farkına vardılar ve birisi konuştu. Ses sol taraftan geliyordu
"Bizi konuşturamayacaksın."dedi. Hadi ama bu kadar mı belli ediyorum? Ona anlamamış gibi baktım. Yine sesimi aynı sessizlikte ve yumuşaklıkta kullanarak konuştum
"Ben sadece bana ne olacağını bilmek istiyorum."dedim. Sol taraftaki bir iç çekti. Ben askerlerin daha disiplinli olması beklerdim. Onlar ise sadece benim soru sormamı bekliyorlarmış. Bıkkın bir sesle konuştu
"Bak sen de bizi anla. Eğer sana bir şeyler söylersek biz ölürüz. Bunların olmasını biz istiyor muyuz sanıyorsun?"dedi yanındaki öksürdü. Ona susması için işaret verdi. O da cümlesini toparlamaya çalıştı
"Yani sana bir şey söylemeyeceğiz. Sus ve yemeğini ye."dedi. Ben sağdakinin daha çabuk konuşacağını sanarken o arkadaşının konuşmasını engelledi. Onları konuşturmam gerek. Hala duygu sömürüsünde kararlıyım. Tekrar başımı eğdim. Örtüyle oynamaya başladım
"Güya bir öğretmen olacaktım. Küçücük öğrencilerim olacaktı. Orada tanıştığım bir iş arkadaşıyla da evlenecektim ve mutlu bir yuvam olacaktı. Ama şimdi halime bakın. Birkaç saat sonra hayatımın en iğrenç gecesini yaşayacağım. En yakın arkadaşıma abisinin öldüğü haberini vereceğim. Yarın ise üzerime bir asit dökülüp eriyerek öleceğim. Çağrı abim yani Emir'in abisi bana buradaki çoğu öğrenciler senin hayatını yaşamak istiyor. Burada ölümle pençeleşeceklerine sıkıcı bir hayatlarının olmasını isterler.'demişti. O sıkıcı hayatımı ben de istiyorum. Üvey annemin yüzünden ölmek ya da daha fazla ölü kişi görmek istemiyorum. Ama belki kurtarıcımız gelir. Her hikayede olduğu gibi biri bundan kurtarır. Diğer tutsakları bilmem ama sanırım benim kurtarıcım Azrail olacak."dedim. Sanırım bu kadar duygu sömürüsü yeter. Yoksa sömürüde ben de kurban gideceğim. Birisinin konuşmasını bekledim. Onlara baktım. Sanırım konuşmayacaklardı. Gözlerimi kıstım ve alaycı şekilde güldüm
"Kime diyorum ki sanki. İstediği zaman kaçabilecek kişiler var karşımda. Siz insan değilsiniz. Yetenekleriniz var beni nasıl anlayasınız ki?"dedim. Ayağa kalktım ve arkamı döndüm. Şuan ciddi halde açtım. Masanım yanına gittim. Sandalyeye oturdum. Düz sesle birisi konuştu
"Her şey sandığın kadar basit değil."dedi. Konuşmalarını beklemiyordum. Sandalyede yan şekilde döndüm. Sağ kolumu sandaleyenin başına koydum. Yumuşak bir sesle konuştum
"Bence basit. Özel yetenekleriniz var buradan kaçma şansınız benimkine kıyasla yüz kat daha yüksek."dedim. Bu sefer ses sağ taraftan geldi. Kalın sesiyle konuştu
"Bence sesininki yüz kat daha yüksek."dedi. Ciddiyetimi bozup gülmek istedim. Küçümser bir sesle konuştum
"O nasıl oluyormuş?"dedim. Sanırım konuşacaklardı. Benim şansımın daha fazla olduğunu söylüyorlardı. Bunu sonuna kadar kullanmalıydım. Yine sağ taraftaki devam etti
"Mesela buranın etrafı bir kalkanla çevrili. Biz buradan kaçamayız ama sen kaçarsın. Kalkanlar bu adadaki tüm ırklar için geçerli ama sen bu adaya ait bir ırk değilsin."dedi. Aslında mantıklıydı. Ama o kalkana kadar gitmem asla mümkün değil. Güldüm
"Bir de şu açıdan bakalım. Benim o kalkana kadar gitme şansım var mı?"dedim. Lüften şansım olsun. Bana nasıl ulaşacağımla ilgili bir şeyler söylesinler. Sol taraftakinin sesini duydum
"Bu kadar yeter bir şey öğrenemeyeceksin bizden. Şu yemeğini ye ve sus."dedi. Hadi ama ne güzel sohbet ediyorduk. Yani bütün umutlar bitti demek oluyor. Çaresizce önüme döndüm. Elime çatalı aldım. Şimdi yemeği daha iyi inceleme fırsatı bulmam benim kusmama neden olacaktı. Pirinç pilavı sandığım şey beyaz kurtçuklarmış! Ve hala canlılar. Bazıları tepsinin içine düşmüş ve sürünerek yol alıyorlar. Sandalyeden hızlıca kalktım. Elimle ağzımı kapattım. Onlara çaresizce baktım. Kusucaktım ve burada sadece bir tane oda vardı. Sağ taraftaki yanıma geldi
"Noldu kusucak mısın?"dedi. Belli olmuyor muydu? Daha fazla dayanamazdım. Bir yer bulmam gerekiyordu. Yatağın kenarındaki masanın yanına tekrar gittim. Sürahiyi aldım ve kapağını açtım. Boğazıma kadar gelen bütün her şeyi kustum. Bir şeyler yeme fırsatım olmadığı için kusacak bir şeyde yoktu. Midemdeki yeşil sıvıyı çıkarıyordum. Boğazım yanmaya başlamıştı. Öksürdüm. İster istemez kurtçuklara tekrar baktım ve midem tekrar kasıldı. Sanki daha fazla bir şey kusacakmış gibi tekrar kusmaya çalıştım. Neyseki sürahini rengi siyahtı. Bu iğrençliği kimse görmüyordu. Daha yeni ki asker yanıma geldi. Elini sırtıma koydu
"İyi misin?"dedi. Cevap verme gereği duymadım. Sürahiyi masaya koydum. Ağzımı çalkalamam gerekiyordu ama suyun içine kusmuştum. Tiksinerek konuştum
"Su içmem lazım. Boğazım yanıyor."dedim. Kafasını salladı ve kapıya yöneldi. Bana su getirecekti sanırım. Kapıyı açıp çıktı. Öksürerek boğazımdaki acıdan kurtulmaya çalışıyordum. Yatağa oturdum. Bu bir fırsat olabilirdi. Kaçmam için en uygun zaman bu olabilirdi. Peki sol taraftakine ne yapmam gerekiyordu? Onu da bir yere göndermem gerekiyordu. Hala açtım bana bu sefer kendisi yemek getirebilirdi. Ona baktım. Hala ifadesiz gözlerle beni inceliyordu. Bir sorudan zarar gelmezdi
"Siz böyle şeyler mi yiyorsunuz?"dedim. Bunun kaçmakla bir alakası olmadığı için sorumu cevaplaması gerekirdi. Ve cevapladı da
"Evet. Neden kustuğunu anlamadık?"dedi. Sanırım onlar bu yiyeceklere çok alışıklar. Güldüm
"Bizim oralarda bu şeyler pek sevilmez. Çoğu benim gibi tepki verir. Biz inek, koyun, tavuk gibi şeyleri yeriz."dedim. Buna o da güldü. Böyle bir tepki beklemiyordum. Çok değişikler, bir an çok soğukkanlı bir an sohbetsever kişi oluyorlar.
"Çok tuhafsınız. Biz onları genelde büyülerde kullanırız. Tepsindeki o çorba mesela benim en sevdiğim çorbadır. Sümüklü böcekli çorba. Eğer yemezsen bana verebilir misin?"dedi. Ben onu yeşil mercimek çorbası sanmıştım. Sanırım tekrar kusacaktım. Hafifçe ama iğrenerek gülümsedim
"Emin ol yemeyeceğim senin olsun."dedim. Ve aç kaldığım bir gün daha. Çok kilo verdiğimin farkındayım. Kapı açıldı. Olamaz dalgınlığıma geldi ve sohbet ettiğim askeri göndermeyi unuttum. Aferin Mary elindeki şansıda sen teptin. Elinde siyah sürahiyle ve bir bardakla içeri girdi. Ayağa kalktım. Bardağa su koydu ve bana uzattı. Bardağı aldım. Suyu ağzıma aldım ve ağzımı çalkaladım. Masanın üstündeki sürahinin yanına gittim. Bardağı masaya koydum ve sürahiyi elime aldım. Ağzımdaki suyu içine boşalttım. Bu çok rahatlatmıştı. Asker yanıma geldi. Bardağı aldım. Onun elindeki sürahiyi aldım ve bardağa tekrar su doldurdum. Tekrar ve tekrar ağzımı çalkaladım. En son doldurduğum bardaktaki suyu içtim. Bardak ve sürahiyi masaya koydum. Arkamı döndüm. İki asker yine aynı pozisyondaydı. Duvardaki saate baktım, dörte geliyordu. Zaman daralıyordu. Yatağa oturdum. Yine düşünmem gerekiyordu. Nasıl kaçacağım ki buradan? Hiçbir umut yok! Yere baktım. Bir yolu olmalı. Bu yolu bulmam gerekiyor. Kapı açıldı. Kafamı çevirip kapıya baktım. O sinir bozucu lanetli vampir girdi. Tekrar yere baktım. Onu daha fazla görmek veya duymak istemiyorum. Karşıma dikildi. Yalnızca ayakkabılarını görebiliyordum. Yanında birkaç kişi daha vardı. Yine küçümser bir sesle konuştu
"Nasılsın Mary? Duyduğuma göre kusmuşsun. Yoksa yemeklerimizi mi beğenmedin?"dedi. Hala cevap vermeyip onun sinirini tavan yapmakta kararlıydım. Durumlar eşit olsun en azından. Bu kez sesini yükseleterek konuştu
"Ben konuşurken yüzüme bakacaksın!"dedi. Tabi ki onun dediğini yapmayacaktım. Yarın öleceğim ve onun bana bağırıp çağırmasımı mı beni korkutacak? Alaycı şekilde güldüm. O da bana alaycı şekilde konuşarak karşılık verdi
"Peki o zaman. Ben de son kez sevgilini görmeyi istersin sanmıştım. Ama aramızdaki güzelim ilişkiyi bozacaksan olmaz."dedi. Kafamı kaldırdım. Yanında Bora vardı. Kafasını yere eğmiş mutsuz bir ifade vardı. Ayağa kalktım. Onun karşısına geçtim ve onu sardım. İyice sıktım kollarımla. Kafamı omzuna koyup ağlamaya başladım. Sonunda güçsüz düştüm. Gözyaşlarım bunu daha önce yapmak istiyorlardı ama ben daha fazla dayanmak istedim. Bora en zayıf tarafımdı benim. Bunu kullanmak isteyecektir. Bora tuhaf bir şekilde bana karşılık vermiyordu. Bunu neden yapıyordu? Yarın bütün her şey bitiyordu. Bana sarılıp gözlerimiz kuruyana kadar ağlamamız gerekmiyor muydu? Yine o vampirin sesini duydum
"Sonunda yola geliyorsun. Sanırım sevgilinin sana diyeceği birkaç şey var."dedi. Bora'dan ayrıldım. Bora'ya meraklı gözlerle baktım. Hala bakışlarını yerden kaldırmıyordu. Elimi onun yanağına götürdüm yumuşak bir sesle konuştum
"Hadi canım söylesene."dedim. Ama hala yere bakıyordu. Baş parmağımla yüzünü okşadım. Yine sevecen sesimle devam ettim
"Seni bu kadar üzecek ne var söyle."dedim. Onun bu haline bakılırsa gerçekten kötü bir şey var. Kafasını ağır ağır yerden kaldırdı. Gözlerime bakamadı. Bakışları çenemde son buldu. Elini yanağındaki elime götürdü. Nazikçe tuttu ve indirdi. Sessiz bir sesle konuştu
"Mary...özür dilerim...seni aldattım. Hani demiştim ya okul benden birkaç evrak istedi o yüzden gelemedim o yalandı. Sen de anlamıştın zaten. Ben o gün okuldan bir kızla beraber oldum. Sana bunları yaşattığım için çok özür dilerim."dedi. Hayır kesin o vampir Bora'yı tehdit etti. Beni daha fazla üzmenin yollarını aramıştır ve çareyi de yalan söylettirmekte bulmuş. Hem de değer verdiklerime yalan söylettirmekte. Güldüm. Bunu tuhaf karşıladı. Anlamayarak yüzüme baktı. Ben de sesimi kısarak konuştum
"Tamam anlıyorum seni. Ama bizi birisi kurtarıcak sen de sonra bana doğruları söylersin. Anlaştık mı?"dedim. O vampirin sinir bozucu sesini duydum
"Ah şu filmler. Hadi ama ya biz gerçek hayattayız bunu anlamayacak mısın? Buradan kaçmaya çalışman, birisinin sizi kurtaracağını sanman. Dünya'ya dön artık. Kimse sizi kurtarmayacak. Ve Bora doğruları söylüyor. Benim ona zorla söylettirmeye çalıştığımı düşünme."dedi. Hayır ona inanmıyorum yalan söylüyor. Bora'ya da yalan söylettiriyor. Bora'ya döndüm. Hala yüzümde tuhaf gülümsemem vardı. Sanırım delirmeye başlıyorum. Bora'nın bir şey demesini bekledim. Yine sessizce devam etti
"Doğrular bunlar Mary. Ve başka doğrular da var. Ben seni hiç sevmedim ki."dedi. Yüzümdeki gülümsemenin yerini hayal kırıklığı yer aldı. O vampir neşeli bir sesle konuştu
"İşte en sevdiğim bölüm geldi. Şuan patlamış mısır ne kadar da güzel olurdu. Şşş sessiz olun Bora bombayı patlatacak."dedi. Dizi izliyormuş gibi yorum yapması beni daha da sinirlendirdi. Onunla muhattap olmayacaktım. Bora'ya umutsuzca bakıyordum. Yine devam etti. Artık onu istemiyorum. Gerçekleri de yanında alsın ve gitsin
"Ben de bir vampirim. Annem de senin annen gibi bir vampir. Annen seni bu okula gönderirken ölmeni istiyordu. Ama burada bir kurtadamın seni sevmesi işleri çok kötü hale soktu. Emir ve arkadaşları senin ölmene izin vermeyecekti. Okulun sırrını bildiğini herkes biliyordu. Seni öldüreceklerdi ama kurtlar isyan çıkarır diye korktular. Annen bu ihtimale karşı beni piyon olarak kullanmıştı. Seninle sevgili olmamı isitiyordu. Bu sayede ölmen daha da kolaylaşacaktı. Bir vampir kendini durduramamış ve sana saldırmış olacaktı. Ve seni öldürmeyi de iki hafta sonraya planlamıştım. Ama her şey bozuldu."dedi. Bacaklarım bu duyduklarıma daha fazla dayanamadı ve üstünden vücudumu attı. Yere dizlerimin üstüne düştüm. Bu olamazdı. Bana yalan söylüyor. Beni seviyordu. Hayır imkansız. Lisenin başından beri aynı sınıftaydık nasıl bir eğitim almadan başka liseye başlardı ki? Yere oturdum. Bacaklarımı kendime çektim. Ellerimle kulaklarımı kapattım. Kimseyi duymak istemiyorum. Bora yere çömeldi. Elini omzuma koydu ve teselli veren bir sesle konuştu
"Her şey geçecek. Böyle davranma bunun olmasını bende istemezdim..."onun devam etmesini istemiyorum. Elini hızla omzumdan çektim
"Git artık! Senden nefret ediyorum!"diye bağırdım. O vampirin gülüş sesini duydum. Tekrar kulaklarımı kapatıp ağlamaya başladım. Bunların hiçbirini hak etmedim. Hepsi babamın yüzünden o kadınla evlenmemeliydi. Hayır annemin de suçu var. Niye bizi bırakıp gitti ki? Aslında suç hayatın. Bana karşı kini var. Bora ayağa kalktı. Onu imkansız olarak görürdüm ve gerçekten de öyleymiş. Bizim aramızda bir şey olamazmış. Bunlar bir oyunmuş. Tek amaç benim ölmem. Vampir karşıma dikildi ve yere çömeldi. Kafamı bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Daha fazla aşağılanmayı kaldıramam. Kulaklarıma baskı yaptım ama yine de onun iğrenç sesini duyuyordum
"Çok üzüldün sanırım. Ben gerçek bir dostum. Ne de olsa dost acı söylermiş. Senin bütün gerçekleri öğrenmen için elimden geleni yapıyorum. Ama sen benden nefret ediyorsun. Böyle gidemez ki ilişkimiz."dedi. Sesi boğuk boğuk gelse de hala onu duyuyorum. Sinir krizi geçirirmişçesine bağırdım. Saçlarımı çekmeye başladım
"Gidin artık gidin. Öldür çabucak öldür beni. Yaşamak istemiyorum."dedim. Ayağa kalktı. Güldü ve yanımdan uzaklaştı. Hızlı hızlı nefesler alıp veriyordum. Ellerim hala saçımdaydı. Bu duyduklarımdan sonra ne kadar saçlarımı çeksem de acımıyordu. Kapının açıldığını duydum. Daha sonra kapandı. Buradan kaçmak için plan yapmayacağım artık. Ben kaderimi değiştirmeye çalıştıkça kader beni değiştiriyor. Benliğimi kaybettim. Arkadaş özlemi duyuyorum. Yanımda Emir'in olması, sadece sessizce yanımda oturmasını istiyorum. Sessizce oturalım ve sessizlik bize gereken her şeyi anlatsın. Beraber dinleyelim onu. Ama korkuyorum. Emir'in sevgisi de yalansa. Bunu kaldıramam. O vampirin üzerime asitin dökmesini beklemeden ben kendimi öldürürüm. Bir ruh gibiyim. Acıyı hissetmiyorum. Bora ona karşı güvenimle beraber duygularımı da aldı. Tekrar başa döndüm, yalnız. Yıllardır kullanılmayan duygular gibi yok oldu hislerim. Sadece görüyorum ve duyuyorum. Bunlar bütün hayatım için gerekli şeyler. Konuşmaya ne gerek var ki? Yıllardır kalbimde birikip koca bir kayayı oluşturup onun ağırlığıyla gezdikten sonra hangi kelimeler onu hafifletir ki? Belki de yoksundum bu şeylerden. Kalbimdeki o kayayı parçalamak için elimde bir şey yoktur. Öğrenmedim belki de insan olmayı. Sadece dinledim, gördüm ve yaptım. Yorumlar yapmaya, onları incelemeye gerek duymadım. Hazıra alınmış bir gelecek kurdum. Bir öğretmen olmak, bir eş ve mutlu bir yuva. Ama hayatın gidişatının ince bir ip üzerinde olduğunu fark etmedim. İpin yarısına kadar benim bildiklerim yeterdi. Bir kolumda görmeyi bir kolumda duymayı ve başımda yapmayı taşıdım. Ama sonra ip daha da inceliyormuş. Sadece bunlar gerekmiyormuş. Seni ipin ucuna getirecek kollarından tutup yardım edecek kişiler olması gerekiyormuş. Bunu ipin üzerinden düştükten sonra anladım. Ve yerden Emir beni kaldırdı. İpin ucu olan yere yürüyerek gitmeye çalıştık. Hayata karşı geldik. Hazıra konulmuş gidişata uymadık. Bizi durdurmak için hayat elinden geleni yaptı. Emir'in abisi öldü, değer verdiğim insanların ihanetine uğradım. Ve şuan hayat son kozunu oynuyor, ölüm. Benden ancak öyle kurtulabilir. Ya hayatın kurallarına uyarsın ya da ölürsün. Bu kaderin yazılma şekli. Kim hayata karşı gelip o ipin ucuna ulaşabildi ki. Ya yanındaki güveneceği insan yanlış çıktı ya da hayat acı pençelerine kalbine geçirdi. Uymak zorundayız. Bu düzeni bozmanın cezaları ağır. Kaldıramayacağın derece de ağır.

BLOODY MARYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin