Bölüm 53

4.8K 358 6
                                    

Kafamı salladım. O da bana güvendikten sonra üstümden kalktı. Ben de yerden kalktım. Sonunda gelmişti o. Buradan kurtulma zamanımız gelmiş olmalıydı. Hayır ona soru sormayacaktım. Ben değişmiştim artık. Hem fiziksel güç anlamda hem de kişilik olarak. Bir başkası için bir fedakarlık yapmam buna en büyük kanıttı. Değişmeliydim de. Çocukça davranışlarımı bırakmalıydım. Benim için belki de bardağın boş tarafından bakmak gerekiyordu. Artık hayaller yoktu, umutlar yoktu, gelecek yoktu. Sadece Emir için yaşayacaktım ve onun için ölmeliydim. Beni o zaman gerçekten seveceğine eminim. Bir platonikten öte onu hayata döndüren birisi olarak anılmak istiyordum zihninde. Onu buradan kurtaracak ve bir yolunu bulup onun yüzüne son bir kez dokunacaktım. O saflığını kendimde de hissedecektim. Bakır rengindeki kahverengi yumuşak ve dağınık saçlarına elimi daldırıp daha da bozacaktım saçlarını. Bunu o istese de istemese de yapacağım.
"Kes şunu!"dedi azrailim. Dalmıştım ve ona şaşırarak bakınca etraftaki bir takım eşyalar yere düştü. Bu eşyalar düşmeden önce havada asılıydılar. Çıkan gürültüyle korktum. Beni böyle uyardığına göre onları havada asılı tutan bendim. Ve bir özellik daha keşfettim kendim de. Mahçup bir şekilde baktım ona. O da burnundan soluyordu. Tozlu bir sandalye çekti ve eliyle sildikten sonra oturdu. Düşünmeye başladı. Demek bir planı yoktu. Şimdi yapacaktı. Oysaki hazırda bir plan var ve hemen buradan kaçacağımızı sanıyordum. Sorular yine beynime yüklenmeye başlamışlardı. Buna mani olmalıydım. Soru yok. Sende onun gibi otur ve düşün. Olduğum gibi yere oturdum. Bana kısa bir bakış attı ve tekrar önüne bakmaya devam etti. Belki ben ona yardım edebilirdim. İşe yarar güçlerim vardır. Ama hayır gururlu azrailimiz asla benden bir yardım istemez. Hele ki elinden yemeğini aldıktan sonra. Artık benim kanımı içemezdi. İnsan değildim ve bence psikopat vampirinde dediği gibi ben hiç insan olmadım belki de. Yeter bu kadar Mary sen de onun gibi kaçış planları kur. Gözlerimi kapayıp derin bir yolculuğa hazırlanacağım zaman azrailim beni durdurdu
"Tamam bir planım var. Tabi daha önce de vardı ama sen onu mahvettin. Neyse bizim bugün kaçmamız gerekiyor. Çünkü yardım istendiğini duydum. Diğer şehirden yardım gelmesi yarını bulur. O yüzden ben bunları anlattıktan sonra başlayacağız. Ben senin genetik özelliklerini kendimde kopyalayarak senin kılığına bürüneceğim. Ben bu katta ve aşağı da askerlerin dikkatini çekmeye çalışacağım. Sen de o ara zindana gideceksin. Ondan önce ben sana bir veri aktarımı yapacağım. Biri sana saldırdığında hiç ses çıkarmadan onların işini halledeceksin bu verilerle. Sen zindandakileri kurtardıktan sonra en son zindanın olduğu yerde gizli bir geçit var. En son zindanı geçtikten elli metre filan ötesinde. Beynin sana nasıl açacağını söyleyecek zaten. Orası direk ormanın ortasına çıkıyor. Şuan senin pek haberin olmasa da bulunduğumuz kıtanın bütün bilgileri beyninde. Ormanın içinde büyük bir ev var onu mutlaka bulursun. O eve sığının. Daha sonra içinden eve görünmez olması için emir ver. Senin bir örneğin olmadığı için yaptığın büyüyü de bulamayacaklar. Ben de zindandakilerin özel güçlerini buradan alıp sizin yanınıza gelirim. Beni bekleme ben her şeye rağmen kurtulup o eve gelirim. Anlaştık mı?"dedi. Bunların hepsini ben yapacaktım. O kadar kişinin hayatı bana bağlıydı. Böyle bir sorumluluğu kaldıramazdım. Ona tedirgin gözlerle baktım. Sandalyeden kalkıp benin karşıma oturdu. Ellerimi tuttu ve hiç alışılmadık olarak yumuşak bir sesle konuştu
"Bugün bunu bitirmeliyiz. Arkadaşlarının daha fazla hayatta kalacağını sanmıyorum. Elimizi çabuk tutmalıyız. Ama sen sakin olup her şeyi mahvetmemeye çalış. Şimdi gözlerini kapa ve rahatla. Senle gen alışverişi yapmam gerekiyor."dedi. Bunlar hiç bana göre değildi. Kurtarıcımızın azrailim olduğunu düşünüyordum ama bu seneryoda ben oluyorum. Umarım beynim bana ayak uydurmayıp benden bağımsız bir şekilde kafasına göre takılır. Bu kendimi savunmaya geçtiğimde oluyordu. Beynim o ara karar verip karşı atağa geçiyordu. Bir daha böyle olmasını çok istiyorum. Gözlerimi kapadım. Rahatla Mary. Güzel şeyler düşün. Emir'le barışmanızı düşün. Burada değilsin şuan ve elini tutan da Emir olduğunu düşün. Sonsuza kadar sadece ikiniz varsınız. Kimse hayatınıza girip rahatsız edemeyecek. Onun mavi gözlerine bakıp tekrar ve tekrar onun tatlılığına aldandığını düşün. Sana yaklaşmaya çalıştığı anlarını düşün. Sana çok uzun gelen bir aradan sonra barışmanızı düşün. İçini sıcaltan gülümseyişini.
Azrailim aniden elini elimden çekti, gözlerimi açtım. Ayağa kalkıyordu. Ben de kalktım. Kolumdan tuttu ve beni çıkışa doğru götürmeye başladı. Bir yandan da konuşuyordu
"Her şey tamam. Beyninin sana yardım etmesine izin ver."dedi. Hemen kapıya gelmiştik. İçerde yerde bir ölü gibi yatan vampire baktım. Ölmemişti ona ölümcül yumruklar atmamıştım. Yani ölmesine imkan yoktu, umarım. Azrailim kolumu bıraktı. Sessiz şekilde konuşmaya başladı.
"Ben sana şimdi dediğimde hemen aşağı koşmaya başlayacaksın. Artık hızlı bir varlıksın ama yine de en hızlı halin olman gerekiyor.... Üç...İki...Bir...Şimdi!!"dedi. Bu kadar çabuk olmamalıydı. Yorum yapmanın sırası değildi. Kapıyı açtım ve hemen dışarı çıktım. Sağ tarafa doğru koşmaya başladım. Sanırım bu anlar beynimin devreye girdiği yerlerdi. Çünkü ben zindanın nerede olduğunu bilmiyordum. Beynim karar veriyor ve ayaklarım o tarafa yöneliyordu. Çok hızlıydım. Görüntüler kaymıyordu ancak yüzüme değen kuvvetli rüzgardan bunu hissedebiliyordum. Çok az bir zaman aralığında bir sürü merdiven inmiş ve koridorlardan geçmiştim. Hayır bir şey unuttum. Onların şuan hiç enerjileri yok. Onları buradan çıkarmam imkansızlaşır. Onlara enerji takviyesi yapmalıyım. Bir laboratuvarda bulabilirim. Zihnimde buranın haritasını çıkardım ve bana en yakın laboratuvarı buldum. Bir kat üsteydi. Koridorda koştum ve merdivenden yukarı çıktım. Yedi tane asker vardı. Anında onlara uyumaları için emir verdim ve hepsi yere yığıldılar. Zaman kaybedemezdim. Soldan üçüncü odaya girdim. Burada da yaklaşık on kişi vardı. Bana bakmalarına fırsat bile bulamadan hepsi de yere düştü. Masaların üstündeki kimyasal maddelere göz attım. Bana işe yarayacak kimyasal madde yoktu ama ana maddeleri vardı. Hemen dolapları karıştırmaya başladım. Büyük bir kap buldum ve onu masanın üstüne koydum. Şimdi çocukken yapmayı çok istediğim o deneyleri yapacaktım. Silindir kabın içindeki kırmızı renkli sıvıyı aldım ve kabın içine boşalttım. Sağımdaki ince uzun çubuktaki saydam sıvıyı da aldım ve kaba boşalttım. Masanın en ucundaki mavi karışımı da aldım. Şimdi bana tuzlu su gerekiyordu. Tekrar dolaplara yöneldim ve tuzu aramaya başladım. Çok fazla aramama gerek kalmadan buldum. Burada çeşme de vardı. Boş bir kaba suyu doldurdum ve tuzu da içine kattım. Tuz içinde iyice ayrıştıktan sonra yaptığım karışımın içine döktüm ve karıştırmaya başladım. Tuzlu su sayesinde karışım vücutta daha çabuk ayrışacak ve daha hızlı etki edecekti. Bunların hiçbirini önceden bilmiyordum ama sanki şimdi beynim bana bunu yap şunu yap gibi emirler veriyordu. Ben de onun kölesi gibi istediğini yapıyordum. Bu duruma alışmam hiç kolay olmayacak. Şimdi yapmam gereken bunu nasıl götüreceğim? Birkaç şişe bulmam gerekiyor. Mutlaka olması gerekiyor. Tekrar dolapları karıştırmaya başladım. Cam şişeleri bulmam sandığımdan zamanımı aldı. Hemen sıvıyı dört tane şişeye doldurdum. Umarım herkese yeter. Şişeleri alarak odadan çıktım. Bıraktığım gibiydi. Yerde yatanlar aynı pozisyonundaydı ve kimse yoktu. Hemen koşmaya başladım. Aşağı indim ve zindana çabucak geldim. Burada tabi ki askerler vardı. Zihinimde bu kattaki bütün askerlerin vücutlarını ele geçirip uyumaları için emir verdim. Artık endişe duymadan rahatça arkadaşlarımı kurtarabilirdim. Tabi ki farkedilirse buraya anında gelirlerdi. İlk zindanın önüne geldim. Kilide elimle dokununca yere düştü. Kapıyı itip içeri girdim. Üç kişi vardı. Yerde oturan erkeğin yanına gittim. Elimdeki şişeleri yere koydum. Baygın gibiydi. Kafasını sabitledim ve ağzını açtım. Bir şişeyi aldım ve kapağını açtım. Ağzına birkaç damla damlattım. Etkisini hesaplamalarıma göre dört saniye de göstermesi gerekiyordu. Bir, iki, üç, dört. Evet sanki günlerdir nefes almıyormuş gibi bir tepki verdi. Derin bir nefes alıp öksürmeye başladı. Kendine gelmesini sabırsızca bekledim. Gelince de hemen açıklama yapmaya başladım
"Buradan kaçıyoruz. Çok az bir vaktimiz var. Sen şu şişeden birini al ve bulabildiğin herkese içir. Ama az sayıda olduğu için birkaç damla damlatman gerekiyor."dedim. Bana anlamayarak bakıyordu. Haklıydı ama buna zaman yoktu. Zihnimdeki buradaki zindanların kilitlerini canlandırdım ve hepsini kırdım. Evet şimdi girebilirdi oralara. Tekrar konuşmaya başladım
"Bak buradaki koridordan sağa dön. Sonrakinden sola ve diğerinden de sola dön. Orası zindanın bittiği yer. Uyandırdığın herkesi oraya topla tamam mı?"dedim. Emin olmayarak kafasını salladı. Ayağa kalktım. O da kalktı. Ona şişelerden birini uzattım. Alıp hemen zindandan çıkarak karşıdaki zindana gitti. Ben de diğerini uyandırmak için yanına gittim. Onu da uyandırdım ve aynı açıklamaları yaparak ona da bir şişe verdim. Üçüncüye de aynısını yaptım. Bu karışımı hazırlamak için kaybettiğim zamanı şimdi mislisiyle kazanmıştım. Ben de zindandan çıkarak uyandırılmayı bekleyen başka zindana girdim. Burada dört kişi vardı. Hepsini de uyandırıp yolu tarif ettim ve beni zindanın sonunda beklemelerini söyledim. On iki tane zindana girdikten sonra zindanlarda kimse kalmamıştı. Emir'i, Güney'i, Kader'i filan göremedim. Herhalde onları diğerleri uyandırmıştı. Emir'i benim uyandırmamam iyi olmuştu. Hemen ben de zindanın sonuna gitmeye başladım. Oraya vardım. Biraz umutlu biraz da endişeli gözlerle beni karşıladılar. Yaklaşık iki yüz kişi vardı. Ama emin olmam gerekiyor. Okulun nüfusu 210 kişiydi. Hızlı bir sayıştan sonra 203 olduğunu gördüm. Zaten birazdan da o yedi kişi gelmişti. Emir'i de görmüştüm. Bana nefretle bakıyordu. Ona kendimi affettirmem hiç kolay olmayacak. Onunla daha fazla göz teması kurmadım. Azrailim bana kapıyı bulacağımı söylemişti. Tekrar beynimden emirler almak için konsatre oldum. Zihnimde tekrar bir şeyler canlanmaya başladı. Kapıyı gördüm ama kelimeler gözümün önüne geldi. Bir cümle vardı 'Ulaşılmaz sandığımız güç kalbimizdedir.' diyordu. Bu cümle de Türkçe'ydi. Bunu da sonra sorgula Mary. Soluma döndüm ve demirin aksine bu katın sırf topraktan yapıldığının farkına vardım. Gözlerimi kapayıp bu cümleyi tekrarladım. Tekrar gözlerimi açtığımda duvarın içinden bir oyuk açılmaya başlamıştı. Herkeste zaferin tatlı gülüşleri geliyordu. Artık buradan kurtulacaklarını kesinlikle biliyordu. Oyuk daha da büyüdü. Yukarıya doğru hafif bir eğimi vardı. Bir insanın rahatlıkla geçebileceği boyuta gelince büyümesi durdu. Geriye çekildim ve gitmeleri için işaret verdim. En son gidip herkesin geçtiğinden emin olacaktım. Yüksek sesle konuştum
"Dışarı çıkınca kimse bir yere ayrılmasın. Ben sizi güvenli bir yere götüreceğim."dedim. Herkes bunu onayladı. Teker teker tünele girmeye başladılar. Bir yandan da Güneyleri arıyordum. Onu gördüm o da beni gördü. Bana gülerek gelmeye başladı. Onu çok özlemişim. Kalabalığı yarıp bana ulaştı. Anında sarıldı. Tamam güçlü bir varlıktım ama onun sarılması cidden canımı acıtmıştı. Hemen ayrıldım
"Burada oyalanma zaten az zamanımız var. Buradan çıkınca ben sana daha çok sarılacağım buna emin ol."dedim. Güldü
"Şuna bak. Sen büyüyüpte bizi mi kurtarıyormuşsun?"dedi. Ben de güldüm ve omzuna vurdum. Arkadan Emir'in geldiğini gördüm. Çok sinirliydi. Güney'in kolundan tutup benden uzaklaştırmaya başladı. Güney bu hareketle neye uğradığı şaşırdı. Biran düşecekmiş gibi oldu. Emir onu olabildiğince uzağa götürüp ona nefretle bir şeyler anlatmaya başladı. Çenesi kasılmıştı. Elini de yumruk yapmıştı. Hayır Güney'e yalan yanlış şeyler anlatmamalıydı. Ben Çağrı Soyalp'i öldürmedim. Bunu geç de olsa anlayacak. Güney onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Beni göstererek bir şeyler anlatıyordu. Emir zor nefesler almaya çalışıyor gibiydi. Güney ona destek olmaya çalıştı. Sırtına eline dayadı ve onlarda sıraya geçtiler. Öğrencilerin çoğu tüneli geçmişti. Son kişi de geçince ben de tünele girdim. Benim adım atmamla tünel hareketlendi. Bir adım daha attım. Bir önceki adım attığım yer hareketlendi. Tünel kapanıyordu ama benim geçmemi bekliyordu. Ben ilerledikçe geride bıraktığım yer kapanıyordu. Daha fazla oyalanmayarak tünelden çıktım. Ormandaydık. Meşhur orman bu kadar büyüktü yani. Bütün öğrenciler- Emir hariç- bana dikkat kesildi. Diyeceğim şeyi, bir sonraki adımı merak ediyorlardı. Sesimi yükselterek konuşmaya başladım
"Burada bir kulübe var. Sizi oraya götüreceğim. Bir arkadaşım sonradan gelecek. Onlar sizin güçlerinizi almak için şuan içerde ama çıkınca güçlerinize de kavuşacaksınız. Ben önden gidiyorum ama kimse birbirinden ayrılmasın. Biri mutlaka diğerine göz kulak olsun. Buradaki topraklar mutantların. Dikkatli olmalıyız. Irk savaşına sebep olmamalıyız. Anlaşıldı mı?"dedim. Hepsi bir ağızdan
"Anlaşıldı!"dedi. Bu çok güzel bir histi. Bir ordunun başındaki komutan gibiydim. Ama asla almak istediğim bir sorumluluk duygusu değildi. Sıkı arkadaş olanlar birbirlerine sarılıyorlardı. Mutluluk gözyaşlarıyla birbirlerine komik şeyler anlatmaya çalışıyorlardı. Bunları bende yapmak istiyordum. Bir arkadaşa ihtiyacım var. Emir'e ihtiyacım var. Bu duygusal anları daha fazla izlememe kararı aldım ve en önde gitmeye başladım. İnsan hızında gitmem gerekiyordu. Artık onlarda birer insandı. Okulun ilk günkü haliyle yer değiştirmiştik. Ben insandım onlar özel varlıklardı ama şimdi onlar insan ben daha özel bir varlığım. Bunu fırsat bulduğum bir zamanda Güney'e hava atmak için kullanabilirim. Kulübenin yerini biliyordum. Yarım saat kadar yürümemiz gerekiyordu. İki yüz on kişiyi yabancı topraklardan farkedilmeden götürmem gerekiyordu. Onları görünmez yapmalıydım. Bütün herkesin bedenleri şuan beynimdeydi. İstediğim her şeyi yapabilirdim. Bunu ölmeden önce kullanabilirdim. Sevmediğim birileri özellikle Batın'ı rezil etmek için. Sadece bekle Mary. Bütün bedenleri görünmez yaptım. Birbirimizi görecektik ama dışardan kimse göremeyecekti. Termal kameralara karşı da herkesin etrafını görünmeyen bir kalkanla çevirdim. Böylece vücut ısısı dışarı sızmayacak ve bizim varlığımızdan haberleri olmayacaktı. Şimdi tamamen güvendeydik. Koluma birinin girmesiyle kendime girdim. O kişiye baktım. Güney'di
"Biricik arkadaşımın yalnız olmasına katlanamazdım."dedi. Güldüm. Ona sokuldum. Kolundan sıkıca tuttum. Kafamı omzuna dayadım. Bu tadı tatmayalı yıllar olmuş gibiydi. Güney tatlı sesiyle devam etti
"Seni uzaktan tanıyamadım. Ajan gibi giyinmişsin. Ve üstündeki de erkek kıyafeti. Biraz komik ama sana feci derece de çok yakışmış. Bu iş için yaratılmış gibisin."dedi. Derin bir nefes aldım. Konuşmak istemiyordum. Onun sesini duymak bana çok iyi moral veriyordu ve devam etti de
"Sana iki yüz can borçluyuz. Ödemesi biraz zor olacak. Ama ben galiba torpil sınıfına giriyorum. Bu yüzden bir borcum yoktur umarım. Şaka bir yana da çok teşekkür ederim buradaki herkes adına. Bizi kurtarmama seçeneğin de vardı ama kendini tehlikeye attın. Belki de senin yerinde bizden biri olsaydı hala o zindanda olurduk ve ölmüş de olabilirdik. Hiçbir kelimenin bunun karşılığını verceğini sanmam ama elimden teşekkür etmekten başka bir şey gelmiyor."dedi. Yorgun şekilde güldüm
"Belki eve gidince bana bir kahve yaparak bunu ödeyebilirsin. Ona çok ihtiyacım var."dedim. Güldü. Güney'in gülüşünün bile beni mutlu edeceğini düşünmüyordum. Ama çoğu şey beklendiği gibi olmuyormuş. Ona daha da sarıldım. Kolunu çekti ve bana sardı. Beni kendine çekti. Bende kollarımı onun beline doladım. Uyumak istiyorum ama henüz görevimi yerine getiremedim. Nerdeyse bütün ağırlığımı Güney'e vermiştim. Zor durumlarda dayanacağın bir arkadaşının olması çok iyi bir şeymiş. Yarı uykulu yarı uyanık halde sonunda geldik. Cidden kocaman bir kulübeydi. Kahverengi ahşaplarıyla antika bir villayı andırıyordu. Ama kendisine ait bir bahçesi, bağı vardı. Çiftlik evi olmalıydı. Ultra büyük. Üç katlıydı. Geniş balkonları vardı. Evin kenarlarından büyüyen sarmaşıklar onu sarmışlardı ve sanki kendi mülkü gibi bir hava veriyorlardı. Buraya uzun zamandan beri kimsenin uğramadığı tozlu camlardan belli oluyordu. Benim bir şey dememi beklemeden herkes eve girmek için yöneldi. Onları durdurmadım. Onlar içeri girerken bende bir yandan sayım yapıyordum. Neyseki herkes tamdı. Evi kafamda canlandırdım ve biz girdikten sonra ona görünmez olması için emir verdim. Herkes kurtulmuştu artık. Güney'le hala aynı pozisyondaydık. Aklıma Kader geldi ve bundan rahatsız olacağını düşündüm. Kollarımı onun belinden çekeceğim sıra o kendi kolunu omzumdan çekti. Ne olduğunu anlayamadan beni kucakladı. Buna itiraz edecek zaman bulamamıştım. Güney her zamanki gülen suratıyla konuştu
"İzin ver de liderimizi eve kadar taşıyayım. Zaten sen de yoruldun hadi uyu artık."dedi. Buna itiraz etmem gerekiyordu. Ancak uyku benden daha çabuk davrandı. Göz kapaklarım hemen kapanmaya başladı. Kollarımı boynuna geçirdim ve ona biraz sokuldum. Çok sıcaktı. Bugün olanları bir rüya gibi silip atacak uyku istiyordum. Şuan tam da fırsat önümdeydi. Fırsatları geri çeviren birisi olamadığım için bunu da kabul ettim. Duyduğum son şeyler mutlu arkadaşlarımın gülüşme sesleriydi...

BLOODY MARYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin