Bölüm 54

11.5K 337 22
                                    

Arkadaşlar herkese merhaba. Biliyorum bana kızıyorsunuz geç yazıyorum diye ama söz bundan sonra her hafta Cumartesi mutlaka yazıyor olacağım. Seviyorum sizleri. 



Beş yıl geçmişti aradan. Koskoca 5 yıl... Oğlumuz Kaan büyümüş 5 yaşına basmıştı geçtiğimiz ay. Düğünden 3 ay sonra doğmuştu zaten Kaan. Boyu, gözleri, saçının şekli hatta ve hatta daha şimdiden yürüyüşü bile aynı Abdullah'dı. Bir çocuk babasına bu kadar benzer miydi yahu?

       Beş yıl... 31 Yaşında bir çocuk annesi bir kadındım artık. Abdullah kıdem alıp yüzbaşı olmuştu. Görkemli bir törenle kutlanmıştı terfi alışı. Ve en önemlisi tayini çıkmıştı. İstanbul'da değildik artık. İzmir'de Eski Foça adında bir yerdeydik. Yine deniz vardı, yine kalabalık bir yerdeydik ama asla bir İstanbul değildi. Annemi özlüyordum. O bizimle gelmeyip İstanbul'da kalmış beni burada yalnız bırakmıştı. Sık sık İstanbul'a gidiyorduk hep birlikte ama yine de aynı şehirde onunla olmak farklıydı. Hani derler ya 60 yaşında da olsan annen yanında olsun diye. Aynen o durumdaydım işte. Kaan 4 yaşına gelene kadar annem çok destek olmuştu bana. Neredeyse o büyütmüştü Kaan'ı. Ama şimdi yoktu ve yalnızdım. 

     Abdullah şirketin yönetimini Bilal'e vermişti kısmen ama hala ortaklığı devam ediyordu. Bu arada o da artık hem evin erkeği hem de iyi bir baba olmuştu. Yaşı da 40 a yaklaşıyordu artık, 37 olmuştu bile. Çok ilgiliydi Kaan'a karşı. Tabii bana da ilgili davranıyordu. Bazen evimizin balkonunda oturup onu beklerken düşünüyordum, yıllar önce beni hastanelik edene kadar döven adam bu muydu? Sahi benim de suçum var mıydı tüm yaşananlarda yoksa kader miydi bilmiyordum?

           Fatih, Çağan, Sevil herkes geri de kalmıştı. İzmir'de tek başınaydım. Sevil eskisi gibi arayamıyordu. O da evlenmiş 6 aylık bir kızı olmuştu. Neler yaşamıştım geçmişte ne kadar acı günler. Fatih'in tecavüz girişimi, Abdullah'ın beni aldatmaları ne kadar ağır şeylerdi. 

- Anneeeee. Anneeeeee. Nerdesinnnn?

     Kaan'ın evin için de yankılanan sesiyle birlikte kendime gelmiştim. Akşam üstüne doğru parktan geldiğimizde yorgunluktan koltuk da uyuduğun da kucaklayıp yatağına yatırmıştım onu. Şimdi de uyanıp beni bulamayınca ortalığı ayağa kaldırmıştı. 

- Burdayım oğlum. Balkondayım.

   Elimdeki kahve fincanını balkonun mermerine bırakıp bana doğru koşan Kaan'a kucağımı açmıştım.

- Nerdesin anne korktum seni göremeyince.

- Balkondayım tatlım. Seni hiç bırakır mıyım?

      Kucağıma oturmuş yanaklarımı öpüyordu. Ohhh Dünya'nın en güzel duygusuydu bu işte. 

- Babam gelecek mi anne?

- Baban birazdan gelecek tatlım. Acıktın mı?

- Babamı bekleyelim olur mu? 

    Bunu söyleyen daha 5 yaşında ki bir çocuktu. Çok bilmiş oğlum benim. Abdullah geçen akşam karşısına alıp kocaman bir adamla konuşur gibi anlatmıştı ona akşam yemeklerinin ailecek yeneceğini. O günden sonra da Kaan asla tek başına yememişti. Abdullah nöbette olduğunda ona söylüyordum ancak o şekilde yiyordu, yoksa babasını bekliyor hep birlikte sofraya oturuyorduk. 

        Balkondaki koltuklardan birine de onu oturtup gök yüzünde ki yıldızları saymaya başlamıştık. 

- Anne bu şey neden bu kadar büyük?

   Eliyle gösterdiği şey Ay'dı. 

-Çünkü o bir Ay bitanem. Güneşten sonra Ay aydınlatır Dünya'yı. Görevi geceleri bizi aydınlatmaktır. 

-Ama gece uyuyoruz ışık lazım değil ki anne.

             Kahkahayı patlatmıştım yine. Çok bilmiş oğlum yine konuşmuştu. Geçen Kadınlar gününde yolda dağıtılan karanfillerden Abdullah'ta alınca ona doğru dönüp,

- Baba sen kadın değilsin. Bu çiçekleri anneme veriyorlar demişti.

- Geceleri gökyüzü güzel olsun diye Ay var tatlım. 

          Ay bu çocuğun soruları beni bazen yoruyordu. Çok meraklı bir çocuktu Kaan. Babasının kıyafetlerine karşı özel bir ilgisi vardı. Daha şimdiden asker üniforması almıştık bile. Ama Abdullah'ın silahını saklıyorduk ondan ve oyuncak bile olsa eline silah vermiyorduk asla. Asker demenin silah demek olduğu yanlış algıyı öğrenmemeliydi.

         Abdullah'ın arabayla sokağın başında görünmesiyle Kaan'ın kucağımdan atlayıp '' baba '' diyerek dairenin kapısına koşması bir olmuştu. Kokusundan tanıyordu sanki babasını.

- Hoşgeldin aşkım.  diyerek kapıda karşılaşmıştım onu.

- Hoşbulduk yavrum. Nasılsın? Dur oğlum in kucağımdan annene sarılayım.

         Kaan kapıyı açar açmaz kucağına atlamıştı Abdullah'ın. 

- Bana da sarıl baba. Özledim seni.

- İner misin Kaan? Önce annen sonra sen. Lütfen herkesin yeri ayrı. Kıskanmak yok.

            Abdullah'ın askeri disiplini evde de geçiyordu bazen. Kaan aldığı uyarıyla kucaktan inip arkamda sıraya girmişti. Onun bu hali gülmeme sebep olsa da Abdullah'ın kaç göz işaretleriyle kendimi tutmuştum. Boynuma doladığı kollarıyla dudaklarıma öpücükler kondurduğunda;

- Bugün seni çok özledim. Kaan uyuduktan sonra kardeş yapalım ona. diye kulağıma fısıldamıştı.

        Kaan'ın tek kötü huyu evde ne olursa anne annesine yetiştirmesiydi. Bir türlü bunun önüne geçemiyorduk. Akşam annemle konuşurken telefonu elimden kaptığı gibi yine anneme döktürmeye başlamıştı bile.

- Anane babam annemi dudağından öptü bi de kalçasını elledi. Beni de kucağından indirdi üstelik. 

        Allah'ımmmm yerin dibine girmiştim resmen. Abdullah ise uzandığı koltuktan doğrulmuş Kaan'ı yanına çağırmıştı. Gözlerini kocaman açıp yine Kaan'ı karşısına alıp konuşmaya başlamıştı.

- Bak oğlum erkek adam dedikodu yapmaz. Olayları başkalarına söylemez. Babalar anneleri öper ama sen bunu kimseye söyleme yoksa kulaklarını çekerim uzar.

         Bu kaçıncı konuşmamızdı onunla bilmiyorduk ama engel olamıyorduk bu duruma. Biliyordum bu konuşma da etkili olmayacaktı. 

Akşam yemeğinden sonra üzerime iyice yorgunluk çökmüştü zaten. Kaan'ı uyutup salonda uzanan Abdullah'ın yanına kıvrılmaya karar vermiştim. 

- Kenara kay biraz aşkım.   diyerek yanına sokuldum.

       Kollarını açmış dünden razı gibi bekliyordu beni. Öyle güzel kokuyordu ki bana, onun kokusunu çok seviyordum. Elimi erkekliğine atıp dudaklarımı boynuna değdirdim. 

- Çok yorgunum ama bana masaj yaparsan dinlenebilirim.

- Bu gün seni hayal ettim biliyor musun Esra. Yıllar önce ilk kez seviştiğimiz günü hatırladım. Nasıl da güzeldin. Var ya hala taş gibisin çok şanslıyım ben. 

- Sen de 40 yaşına yaklaşmana rağmen gayet iyisin erkeğim. Emin ol bende şanslıyım. 

         Dudakları tüm vücudum da gezinirken çalan telefonuna bakmamasına dikkat bile etmemiştim.

İKİNCİ KADIN OLMAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin