Bölüm-40

6.4K 394 54
                                    

Bu bölümde de Christian'ım ile tanışıyorsunuz. Altta ki şahıs kendisi. 

●○●

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

●○●

BÖLÜM - 40

Bu aklımdaki soru işaretlerini azaltsa da yerine başka soru işaretleri geldi. Kral Stephan' dan bahsederken ki soğuk ses tonunu daha önce duymamıştım. Bunca zaman bana hiç kötü davranmadılar. Bu davranışları bile onlardan nefret etmemi engelliyor. Demek Kral Tut'un adı Abraham. Ayrıca Büyücü Krallığında ihanet eden biri var? Ya da var mı? Üstümde üç tane göz fark edince oturduğum koltuğun ucundan kendimi geriye attım. Madem Karanlık Krallıkta yaşıyorlardı güçleri nelerdi?

"Yani sizin de güçleriniz var?" Sarah'ın asık olan yüzü mümkün olduğunca biraz daha asıldı. Şu ana kadar konuşmamış olan James yanımda boş olan kısma oturdu.

"Kral Stephan güçlerimizi aldı. Bunu ailemizden bize kalan eser olarak düşün. Benim babam gerçekten de suçlu olsa da Amber'ın babası suçsuzdur. Ona iftira atıldığını biliyorduk. Kral Tut'ta en az babası kadar acımasız. Bizim de bu suçu yapabileceğimizi düşünüyorlar. Amber toprağı kontrol edebiliyordu. Bense havayı..."

Gözümün önüne düşen tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Geri dönmek ister misiniz? Her ne olursa olsun beni üzmediniz. Bazen üzmediniz..." Madem evli değilsiniz neden kavga ediyordunuz? Ayağa kalkıp çerçevelerde elimi gezdirdim.

"Mercedes olayı neydi?" James gülümsedi. "Her ne olursa olsun Amber-"

"Lütfen, Sarah demeye devam et." Sahte olduğunu düşündüğüm gülümsemesinden sonra devam etti.

"Sarah beni kıskandı. Bizde zaman geçtikçe gerçekten evliyiz psikolojisine girdik. O olay bir kurgu değildi..." Aklımda ki en büyük soru ise şuydu aslında.

"Amcam peki? O da gerçekten senin abin mi yoksa bir yabancı mı?" Gülümsemesi donuk ifadeye dönünce uğraştığım çerçevelerden James'e döndüm. Sinirden gülmeye başlayınca durumunun ciddiliğini şuan kavrayabilmiştim.

"O şerefsiz gerçekten benim abim! Christian'ın her gelişinde neden evde olmadığımı hiç merak etmedin mi? Aramız hiç bir zaman iyi olmamıştı. Daha beş yaşında iken bizi bırakıp sarayda askeri eğitim almaya başladı. Christian ile şu ana kadar en iyi anlaşan tek kişi sensin. Otuz beş yıllık hayatım boyunca, onun değer verdiği tek kişinin sen olduğunu gördüm. Üç yıl aradan sonra ilk defa geçen gün geldi. Senin götürüldüğün haberini duyunca çılgına döndü. Her halde senin Tut'un elinden kaçacağını düşünmüyordu."

"Christian tam olarak kim? Senin abin yani aynı kandansınız. Senin gücün yoksa onun da olmaması lazım."

Kaşlarını çatıp dirseklerini bacaklarına dayadı. "Christian komutan Annabeth. Şu zamana kadar anlamadın mı?" Komutan mı? Olduğum yerde çöktüm. Alnımı diz kapaklarıma yasladım. Yalan dolan... Yalan ve dolan.. Zaman gelir sessizlik ihanet olur. Daha on yedi yaşında filozof olacağım. Burası bana felsefe yapmaktan başka bir işe yaramadı. Yanıma biri oturdu.

"Bu kadarı yeter bence. Buraları bana gezdirmeye ne dersin?" Dediğini yapmak benim açımdan iyi olacak gibi. Kafamı kaldırıp tam karşımda bana gülümseyerek bakan yüze baktım. Ayağa kalkıp elini uzattı. Uzattığı eli tutup ayağa kalktım. Göz kırpıp arkasına döndü. Hah! Deli çocuk ya...

"Sizinle tanıştığıma hem mutlu oldum hem olmadım. Şimdi, Annabeth'i alıyorum." Omzumdan kapıya kadar iteklerken ayaklarımı yere sürttüm. "İyi de İvan ya dışarıda adamlar varsa?"

Kapının deliğinden baktıktan sonra döndü. "Geldiğimiz yerden geri dönelim."

"Hadi." Odaya girip tülü kapalı olan perdeyi açtım. Balkon kapısını da açıp demirliklerden tutunarak aşağı atladım. Abartacak kadar yüksekliği yok. İvan'da atlayınca cebimde ki anahtarı yokladım. Burada değil! Arka cebe elimi attım. İşte buradasın... Duvardan karşı evin bahçesine geçtim. Arkamdan anlamsızca bakan İvan'a yanımı işaret ettim. Yerde sürünerek gelince homurdanmaya başladı.

"Ne yapıyorsun?"

"Eğer adam varsa şüphe oranımı düşünüyorum!" Ayağa kalkıp hiç bir şey olmamış gibi arabama ilerledim. Gerçekten, güya bu çocukta zeki duruyor. Ama sorun burada. Duruyor işte... Sürücü kapısını açıp koltuğa oturdum. Geri kapatıp emniyet kemerini taktım. Kilitleyip radyoyu açtım. Açar açmaz kulağıma karışan Lana Del Rey ile gülümsedim. En azından şimdi şans benden yana. Siyah yazılar ile sağa doğru giden ezbere bildiğim yazıyı geçerken okudum. 

LANA DEL REY - HİT AND RUN

Kapının açılmaya çalışması ile kafamı cama çevirdim. Yüzüme şeytani bir gülümseme yerleştirip şarkıya bağırarak eşlik ettim. Hollywood and new york, mister major, then there's me, little queen of the stage Elini cama koyarak vurunca yeniden cama döndüm. "Lütfen, kapıyı açar mısın?"

"Hayır!" Nakarat gelince bağırarak devam ettim. Hit and run , lets hit and run, hit and run "Kapıyı aç Annabeth!" Şakacıktan kaşlarımı çatıp elimi kulağıma götürüp eğildim.

"Ne dedin? Seni duyamıyorum?" Sessiz sessiz ettiği lanetleri tabi ki duyuyorum. Kilidi açıp müziğin sesini yirmi beşe çıkarttım. Koltuğuna oturup kapıyı usulca kapattı. Hele o kapı çarpılsın görürüm ben seni... Kemerini bağladıktan sonra müziği kapattı. "Bu ne böyle? Kadının sesi çok, ne bileyim daha çok slow şarkılar gibi hissettiriyor. Kadın-"

"Hey!" Ani bağırmamla korktu ve kafasını tavana çarptı. Böyle de çarparlar adamı. "Kafanı tavana çarpman umurumda bile değil! Sakın Lana'mın sesine kötü yorumda bulunma yoksa ölürsün!"

Koltukta biraz daha yayılıp merakla yola baktı. "Şuan neredeyiz ve nereye gidiyoruz?"

"Söylesem sanki bileceksin ama gene de söyleyeyim. Güney Kaliforniya'nın en büyük şehri olan Los Angeles'tayız. Ama Marina Del Rey'e gidiyoruz. Bir arkadaşımı ziyarete..."

●○●

 Oy verip, görüşlerinizi yazmayı unutmayın! 

Diğer bölümde görüşmek üzere.. :)

PRENSESİN DÖNÜŞÜ -[DEK]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin