AŞK ACISI

12K 972 328
                                    

Hayatta en büyük acılardan birisiymiş severken ayrılmak. Yeni şirkette işe başladım ama robot gibiydim.

Yemek yiyemediğim için yıllardır var olan kıvrımlarım bile erimeye başlamıştı. Tüm kıyafetlerim bol geldiği için ortalıkta korkuluk gibi dolaşıyordum.

Günler kısalıp, geceler uzarken, ben hala onu özlüyordum. Kısa günler iş yerinde çabuk geçiyordu ama geceleri düşünmekten, gözüme uyku girmiyordu.

Ahmet Gürsoy yüzsüzlüğü iyice ele almış, nispet yaparcasına gazetelerde ve televizyonlarda kendini daha fazla göstermeye başlamıştı.

Sayamadığım günler geçerken, birgün şirket kapısından Öner girdi. Ferzan'la birlikte fuarda karşılaşmamızın aksine kendinden çok emin ve sert bir görünüşü vardı.

Masamda gömülü olduğum için beni fark etmemiş, direk müdürün odasına girmişti. Ben burada ne aradığını tahmin etmeye çalışırken, masamdaki telefon çaldı ve müdürün odasına çağırıldım. Beni niye çağırdıklarını anlamlandıramayarak, kös kös müdürün kapısına gittim. Hafifçe çalıp, içeri girdiğim zaman bana tepeden bakan Öner'le göz göze geldim.

— Geçin Yasemin Hanım, dedi sinirli bir şekilde. Müdür odadan çıktı biz baş başa kaldık.

— Ne o sevgilin seni ajan olarak mı gönderdi?, diye sordu elindeki kalemi masaya hafif hafif vururken.

— Saçmalamayın Öner Bey, koskoca Ferza Turun öyle şeylere ihtiyacı olabilir mi acaba?, dedim hem kendimi hem de Ferzan'ı koruyarak.

— Ne bileyim fuarda pek bir mutluydunuz, seni bırakmaya niyeti yoktu falan. Şimdi burada benim yanımda çalışmaya başlaman garip ve şaibeli geldi, dedi tek kaşını kaldırarak.

— Şartlar böyle gerektirdi. Tabii düşünceniz bu yöndeyse hemen istifa edebilirim sorun değil, dedim kendimden çok emin, gururlu bir şekilde burnumu havaya dikerken.

— Yo yo istifanı istemeyeceğim. Gerçekten işinde çok iyisin. Ruslarla uzun zamandır yapamadığımız anlaşmayı sen çözmüşsün, tebrik ederim. Yusuf Borak çıldırıyordur. Onun müşterisiydi çünkü, dedi kahkaha atarken.

İçime bir acı çöreklenmişti. Bilmiyordum. Bilemezdim. Onların yanında çok kısa bir süre çalışmıştım. O süre zarfında da daha çok çeviri yapmıştım. Öyle büyük anlaşamalar falan benim önüme haklı olarak gelmemişti.

— Masana geçebilirsin, dedi eliyle de destekleyerek. Resmen bana köpek çekmişti. İyice sinir olmuştum. Neredeyse ağlayacaktım. Yerime geçip oturunca burada daha fazla çalışamayacağımı anladım. İnsan kaynaklarına istifamı verip, otobüse atladığım gibi eve döndüm. Yol boyunca otobüstekilerin meraklı bakışlarına maruz kalmamak için gözyaşlarımı içime akıttım.

Eve girince ilk gözyaşım yanağımdan süzülürken, halam kapıya geldi.

— Kuzum sen niye ağlıyorsun bakayım. Aaa bak sana bir paket geldi, sus da onu aç, dedi bana sarılıp sırtımı sıvazlarken.

— Hiçbir şey sipariş etmedim ki kesin yanlışlıkla buraya bırakmışlardır, dedim burnumu çekip, omzumu silkerek.

— Yok kuzum yok. Kargocu özellikle senin adını verdi. Hatta benim kimlik numaramı istedi, dedi kesin bana geldiğini ispatlamak istercesine.

Masanın üstünde duruyordu. Bir taraftan, dinmeyen gözyaşlarımı elimin tersiyle silerken, diğer taraftan da sıkı sıkı sarılmış, dikdörtgen paketi açmaya çalışıyordum. Önce poşeti açtım. İçinden bir koli çıktı. Kolinin içinden ise kırmızı, çok şık, kalın karton kutu vardı. İtinayla kutuyu açınca içinden, teknede Ferzan'la beraber oynadığımız tavlanın aynısı çıktı. Gözyaşlarım hepten sel oldu. Göndericiyi anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. İçine bakmak için tavlayı açınca, içindeki zarfı gördüm. Heyecanla zarfı yırttım. Ferzan'ın kendisi yazmıştı. El yazısını hemen tanıdım;

KAÇAK GELİN (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin