Sabah yataktan benden önce kalkmıştı, yanımda yoktu. Hala bir gece önce demirlediğimiz yerdeydik. Yataktan çıkıp, kendimi duşa attım. Gece aklıma gelince yine yanaklarım kızardı. Sevmek ve sevilmek güzel bir duyguymuş, bunu anladım.
Yukarı çıktım, mutfakta da yoktu. Güverteye çıktım. Kahvaltı masasını özenerek yerleştiriyordu. Dudaklarında güzel bir melodi, ıslık çalıyordu.
— Günaydın, dedim yanına gidip, yanağına kocaman bir öpücük kondururken.
— Gün bana çoktan aydı güzelim. Hem de çok güzel aydı. Aslında niyetim seni uyandırmaktı ama çok güzel uyuyordun kıyamadım, dedi göz kırparak. Beni utandırmaya çalıştığı her halinden belliydi. Anlamamazlığa gelip;
— Teşekkür ederim, diye geveledim ağzımda sonrada;
Günün sana erkenden aydığı, kahvaltı sofrasından belli oluyor, dedim yanaklarım kıpkırmızı, salatalıktan bir dilim alıp, ağzıma atarken. Utandığımı anlamasın diye uğraşıyordum ama nafile yanaklarım her şeyi ortaya döküyordu.— Hop hop dur bakalım, ben sana ellerimle yedireceğim o kahvaltıyı ama önce çayları koymam lazım. Soğumasınlar diye en sona bıraktım, dedi ve hızla aşağı inmeye başladı. Yine o güzel melodi vardı dudaklarında. Elinde çaydanlıkla yukarı çıktı.
Hava biraz serindi. Koltukta duran battaniyeleri üzerimize alıp masaya oturduk. Dediği gibi gözümün içine bakarak, elleriyle bana kahvaltı ettirdi. Mutluluğu gözünden okunuyordu.Tekneye binerken ettiğimiz kavga, sanki başka bir evrende kalmıştı. Biz her şeyi unutmuştuk, tabii erken konuşmuşum. Kahvaltıdan sonra kahvelerimizi içerken;
— Rotamız nedir kaptan?, diye sordum burnumu kırıştırarak. Uzanıp burnumu sıktı;
— Birazdan Tasossa geçeriz. Bir iki gün orada kalmak istiyorum. Seninle ama sensiz geçen o günleri, şimdi içimdekileri söyleyerek tekrarlamak istiyorum, dedi masanın üzerinden uzanıp, elimi tutarken.
— Sonrasında, diye sordum merakla.
— Sonrasında yine Limnos'a uğrarız ve bir gece kalıp İstanbul'a döneriz. Daha uzun kalmak isterdim ama Japonlarla olan anlaşma daha tam bitmedi. İmzalar atıldı ama biraz daha işim var ve ben karım yüzünden işlerimi olduğu gibi bırakıp, Yunanistan'a geldim, dedi uzanıp, alnıma düşen bir tutam saçı kulağımın arkasına alırken.
— Hayatım özür diledim ama istersen bir daha diliyeyim. İnana bana, ben de sana çok kızmıştım. Bir dakika o fotoğrafı bulacağım, dedim telefonu elime alırken. Tam; Parmağındaki yüzük... diye sözüme devam edecekken, telefonu elimden alıp masaya bıraktı ve;
— Ben de sizin o fotoğrafı sana göstereyim mi? Başka erkek olsa olay çıkartırdı, dedi tek kaşını kaldırıp. Kalbim kırılmıştı.
— Sadece çarpıştık Ferzan, dedim kırgın bir şekilde.
— Ben de diyorum ki sadece iş yaptığım biri. Nişanlısının son dakika işi çıkmış, gelemedi. Ayrıca ben baş başa yemeğe çıkmadım. Müdür ve müdür yardımcıları da o yemekteydi ama işgüzar gazeteciler sadece beni ve onu baş başaymışız gibi yayınlamış. Sonuç işler yarım kaldı, dedi gözümün içine bakarak.
— Ben ben haklısın ama ben de haklıyım, dedim gözlerimi açarak.
— Yasemin tüm balayımız boyunca bunu mu tartışacağız. Olan oldu biten bitti. Yanlış anlaşılacak olaylar silsilesi, bizi birbirimize kavuşturdu, bence bu saatten sonra başka hiçbir şeyin önemi yok, dedi uzanıp minik bir öpücük alırken.
— Hıhı haklısın, dedim konuyu daha fazla uzatmamak için. Sonrasında ise Türkiye'ye dönene kadar bu konuyu hiç açmadık. Sadece o, ben, deniz ve martılar vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇAK GELİN (TAMAMLANDI)
General FictionYasemin Çalışkan adı gibi çalışkan, akıllı 25 yaşında genç bir kadın. Evlendiği gece kocasını eski nişanlısıyla görüp düğününden arkasına bile bakmadan kaçan "Kaçak Gelin". Kaçışının ardından kendini bir tekne içinde Yunanistan'a doğru giderken bulu...