Üç gün boyunca İstanbul'dan gelecek telefonu bekledim ama gelmedi. Ne bir telefon ne de bir haber. Ben kendi kendimi yerken, Tuvana'da benimle küstü.
Sorduğum sorulara kısa ve öz cevap verip, benimle hiç muhatap olmadı. Benim saçmalığımdan sonra sanki Metehan'la daha bir yakınlaşmışlardı.
Üçüncü günün sonunda, artık kendi kendime konuşacak kıvama gelmiştim. Halime acıdığından olsa gerek, Tuvana bana döndü;
— Hadi gel, şöyle bir deniz havası alalım, beynin açılsın, dedi. Alay ettiğinin farkındaydım ama benimle barıştığı için çok sallamadım. Hazırlanıp, çıktık. Beni marinaya doğru götürdü. Aklıma Ferzan'la burada yaşadığımız gün geldi. Gözlerime dolan yaşları, gözlerimi kırpıştırarak, geriye gönderdim. Görüşümün bulanıklaştığı bu anlarda, tanıdık bir ses;
— Hoş geldin karıcığım, dedi. Ses hem sertti hem de alaycı. Gözlerimi panikle kocaman açtım.
— Ferzan, diyebildim sadece.
— Ya Ferzan!, dedi tek kaşını kaldırıp.
— Sen gerçek misin? Burada ne arıyorsun? Üç gün önce hatunun biriyle İstanbul'u feth ediyordun, n'oldu hatun seni terk etti de yine bana mı döndün?, diye bayrakları açtım ama gerçekten sinirli olsa gerek;
— Benim bir şeyleri feth ettiğim yoktu da sen resmen Selanik'i feth etmeye çalışıyormuşsun, dedi elini yumruk yapıp, beline koyarken.
— Yüzüğümün o kadının parmağında ne işi vardı Ferzan Borak, diye bağırdım hırsla.
— Sen sanırım ayrılıktan kafayı falan yedin, senin yüzüğün, benimkinin yanında parmaklarımıza tekrar takılacağı günü bekliyor, dedi dişlerinin arasından.
— O o o kadın kim peki, diye kekeledim.
— O kadın benim iş yaptığım firmanın sahibi...
— Ama ama çok samimiydiniz. Senin elin onun belindeydi. Hem senin geçmişin pek parlak değil. Sen sen... diye ağzımı açtığımda kendimi sırtında buldum.
— Tuvana, ben bu serseriyi alıp gideyim. İyice saçmalamaya başladı. Sen ne yapacaksın?, diye sordu ben sırtını yumruklayıp; "Ya beni aşağı indirsene", diye cırlarken, o gayet sakin, sanki sırtında sinek vızıldıyormuş gibi rahattı.
— Enişte ben biraz daha kalmak istiyorum. Bu delinin eşyalarını Merdo sabah sana getirmişti, dedi gayet sakin. Resmen kumpasa getirilmiştim.
— Getirdi getirdi, sağolun. Dönünce görüşürüz, dedi ve sırtında ben olmama rağmen hiç zorlanmadan tekneye çıktı. Merdivenleren aşağı kamaraya da indik. Beni sırtından indirip;
— Uslu durursan yukarı çıkmana izin veririm. Yoksa burada konuşuruz, dedi tek kaşı havada.
— Ben biz yani nereye gideceğiz, diye sordum, ellerimi önümde birleştirip, boynumu bükerken.
— Tamamlanmamış bir seyahatimiz var seninle. Onu tamamlamak için yola çıkacağız, dedi gözlerimin içine bakarak.
— Hemen mi?, ama hava soğuk üşürüz, dedim en masum bakışımla, gözlerimi gözlerinden ayırmadan.
— Hemen, merak etme klimayı sıcakta çalıştırınca içerisi sıcacık oluyor. Ben gelirken hiç üşümedim, dedi ve başını sağa sola sallayıp, kamaradan çıktı. O çıktıktan sonra onun kamarasında olduğumu fark ettim. Valizim de buradaydı.
Derin bir nefes alıp, kamaradan çıktım. Bu sırada Ferzan motoru çalıştırmış, yavaş yavaş marinadan ayrılıyordu. Tuvana hala kıyıdaydı. El salladım, el salladı ve "mutlu oool" diye bağırdı. Sesi gelmedi ama ağız hareketinden anladım. Bu sırada uzaktan Metehan'ı gördüm. Tuvana'nın yanına gitti, başına minik bir buse kondurdu ve o da bana el salladı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇAK GELİN (TAMAMLANDI)
Fiksi UmumYasemin Çalışkan adı gibi çalışkan, akıllı 25 yaşında genç bir kadın. Evlendiği gece kocasını eski nişanlısıyla görüp düğününden arkasına bile bakmadan kaçan "Kaçak Gelin". Kaçışının ardından kendini bir tekne içinde Yunanistan'a doğru giderken bulu...