Halam elini kolunu nereye koyacağını şaşırarak, İlyas Abinin kucağından binbir özür dileyerek ayağa fırladı. İlyas Abi ise şok olmuş vaziyette halama bakmaya başladı...
Türkiye'ye gelmişti gelmesine ama her şey ona yabancıydı. Hoş Almanya'da da kendini yabancı hissediyordu. Arkadaşları vardı ama çok yalnızdı...
O sabah da her sabah gibi erkenden uyandı. Vücut saati alışmıştı artık. Evde herkes uyuyordu. Kimseyi uyandırmamak için giyinip evden çıktı. Önce parkta biraz oturdu. Sonrada kalkıp, yürümeye başladı. İnsanlar uyuyordu. Sadece tek tük servis arabalarını gördü, öğrencileri almaya gelen.
Usul usul fırına kadar yürüdü. O sırada şen bir ses;
— Günaydın Zikri Usta, simitler çıktı mı?, diye sordu neşeyle.
— Çıktı çıktı Ülkü Hanım, dedi fırıncı gülümseyerek. Sabahın o saatinde gülen bir yüz görmek onu çok şaşırtmıştı. Balık etinde vücut hatlarını örtmeye çalıştığı bol eşofmanlara rağmen, oldukça hoş ve hayatında gördüğü en şirin yüz vardı karşısında.
Koyu kumral saçları, kumaş bir toka ile at kuyruğu yapılmış, hafif iri dişleri gülünce ağzında duramayıp, kendini dışarı atmıştı. Etli dudakları dişlerinin ardında kaybolmuştu. Hafif dolgun yanakları burnunu saklamış, gülünce gözleri çizgi halini almıştı.
O kadını alıcı gözle süzerken, kadın çevresinde olan bitenin farkında bile değildi. Sadece fırıncıya odaklanmış, bıcır bıcır bir şeyler anlatıyordu.
— Sabah Yasemin gelecek, onun için alıyorum simitleri. Kendim yapem dedim ama baktım yetiştiremeyecem koşa koşa geldim. Kusura kalma işim çok ondan acele ediyom. Fırında böreğim var, yanmasın. Zaten fırının ayarını tuturameyom... diye hızlı hızlı konuşurken, arada şivesi kayıyordu.
— Tamam, tamam Ülkü Hanım, biz bunun için buradayız, dedi usta poşetini uzatırken. Parasını ödeyip, sağına soluna bakmadan koşarcasına fırından çıktı. Arkasından bakmak istesede fırıncı yanlış anlar diye bakamadı. Fırıncı;
— Buyrun, deyince kendini kadından ayırıp, fırıncıya döndü;
— Ben de simit alayım, dedi ifadesiz bir şekilde ama giden kadının kim olduğunu için için merak etti. Acaba evli miydi? Parmakların dikkat edememişti. Yasemin acaba kızı mıydı? Bizim Yasemin olmazdı tabii ki! Yasemin'in annesini tanıyordu. Üstelik birbirlerini de pek sevmiyorlardı.
Filiz Hanıma göre o çulsuz, ipsiz sapsız bir adamdı. Bir baltaya sap olamadığı için Almanya'ya gitmiş ve orada kalmıştı. Düğününde bile en çok arkasından konuşanın o olduğunu yeğeni ağzından kaçırmıştı.
Dünya ne tuhaf diye düşündü. Şimdi o yeğeni aynı kadının oğluna aşıktı. Elindeki simitleri sallayarak, eve dönerken hayatın ona oynadığı oyunları düşündü.
Akşam erkek evine gitmeyi hiç istememişti. Evde annemi beklerim falan dediyse de ablası gelmesi için ısrar etmişti. Kucağındaki kadına bakarken; "İyi ki gelmişim" diye düşündü. Aradığını yerde değil, gökte de değil, kucağında bulmuştu...
— Estağfurullah, dedi İlyas Abi hafif şaşkın.
— Halam Ülkü, diye atladım ben de.
— Memnun oldum Ülkü Hanım, dedi İlyas Abi, Türkan'da araya girip;
— Dayım İlyas, dedi sırıtarak. Abim İlyas Abiye baktı ve bana dönüp göz kırptı. Aklı fikri itlikteydi vesselam. Ben kaş göz yaparken baktım benim çok bilmiş kocişimde bıyık altından sırıtıyor. Ona da bir dirsek attım ve mutfağa gitmek için ayağa kalktım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇAK GELİN (TAMAMLANDI)
Fiksi UmumYasemin Çalışkan adı gibi çalışkan, akıllı 25 yaşında genç bir kadın. Evlendiği gece kocasını eski nişanlısıyla görüp düğününden arkasına bile bakmadan kaçan "Kaçak Gelin". Kaçışının ardından kendini bir tekne içinde Yunanistan'a doğru giderken bulu...