Maç çok çekişmeli geçiyordu. İstediği zarı atmak gibi bir becerisi vardı adamın. Ben de bu işte fena sayılmazdım. İş öyle bir raddeye geldi ki çift atan oyunu alacaktı. O atamadı ama ben attım. (Tamam itiraf ediyorum azıcık zar tutmuş olabilirim ama o da fark etseydi canım)
— Tebrik ederim bir kadına göre...
— O cümleyi bence tamamlamayın çünkü çok cinsiyetçi olacak. Bence tavla kadın erkek değil şans ve zeka işidir. Aldığınız kapılar, rakibe göre kurduğunuz taktikle alakalıdır. Erkek oyunu derseniz kadın zekasına hakaret telakki ederim, dedim tek kaşımı kaldırıp.
— Özür dilerim. Benim eşim oynamazdı, öğretmek için çok uğraştım ama bir türlü kavrayamadı, dedi omuzlarını kaldırarak.
— İstememiştir, oyun onu sarmamıştır. Bunun kadın veya erkekle alakası yok. Tamamen zevk meselesi, dedim burnumu havaya kaldırıp.
— Tamam tamam teslim oluyorum. Peki sen nerede öğrendin, diye sordu merakla.
— Babamla abim çok oynarlardı. İlk önce onları izleyerek oyunun mantığını kaptım. Sonra abime yalvardım benimle oynamaya başladı. Liseye başladığım da baya ilerletmiştim zaten. Sonrası dediğiniz gibi tamamen kahve kültürü, dedim sırıtarak.
— Oyun yelpazen oldukça geniş o zaman, dedi aynı şekilde sırıtarak.
— Saymayayım şimdi, dedim kahkaha atarken.
— Üniversitede hem okuyup, hem çalışıp, hem de kahvehanelere gitmeyi nasıl becerdin, diye sordu şaşkın şaşkın yüzüme bakarken.
— Hafta sonları, yazları ve tüm tatillerde çalıştım, hafta içi okula gittim. Dersler bitse bile belli bir saate kadar eve girmek istemediğim için "Dersim var" dedim. Yurtta kalan arkadaşlarla kahvelerde takıldık öyle. Abim de olmayınca ev bana basıyordu, dedim ağlamaklı.
— Annen yüzünden mi?, diye sordu üzgün bir ifadeyle.
— Maalesef. Bazen bizi başka birinin doğurduğunu düşünürdüm. Yani bir anne bir kadın ya da genel anlamıyla bir insan doğurduğu yavrusuna karşı bu kadar katı ve umursamaz olmayı nasıl başarır ben hiç anlayamadım. Hadi ben kızım ya abim. Anneler erkek çocuklarına tapmazlar mı?, diye her zamanki gibi isyan ettim.
— Bilemem çünkü bizim evde eşitlik vardır. Annem için evladın kızı erkeği değil sevgisi vardır, dedi benim burnumun direği sızladı. Gözümden süzülen bir damla yaşı görünce;
— Çok özür dilerim inan düşünmeden ağzımdan çıktı. Annem öyledir benim yani anne işte, diye konuşmaya çalışsada daha çok batırıyordu. En sonunda.
— Ya sen kazandın ya şimdi. Tavlanı ne renk istersin?, diye sordu konu değişsin diye.
— Aynısı olsun. Ben de aşağı inip okkalı bir kahve yapayım, konu dağılsın, dedim mutfağa doğru gitmek üzere ayağa kalkarken...
Ferzan çenen tutulsun, diye kendine sövdü genç adam. Aslında dediği doğruydu. Annesi evlat ayırmaz, iki kardeşe de bol bol sevgi gösterirdi. Babası biraz otoriterdi dededen kalma görgüsü, büyüklerinden aldığı eğitim ama annesi dünya tatlısı bir kadındı. Torunuyla oyun oynayan, ona masallar anlatan çılgın bir anneanneydi. Onun o hallerini gördükçe çocuk için ne kadar çok çıldırmıştı genç adam.
Halide Hanım adamın nalet karısını bile sevmişti. Ona hep destek olmuştu. Çocukları olmuyor diye yermek yerine hep güzel dileklerde bulunmuştu. Peki karısı ne yapmıştı? "Sorun bende değil oğlunuzda zaten" diyerek kadını rencide etmişti. Halide Hanım buna bile susmuş, cevap vermemişti. Kimsenin suçlu olmadığını bildiği halde. Hep hayırlısı demişti. Boşandıkları zaman bile ağzından kötü bir kelam çıkmamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAÇAK GELİN (TAMAMLANDI)
General FictionYasemin Çalışkan adı gibi çalışkan, akıllı 25 yaşında genç bir kadın. Evlendiği gece kocasını eski nişanlısıyla görüp düğününden arkasına bile bakmadan kaçan "Kaçak Gelin". Kaçışının ardından kendini bir tekne içinde Yunanistan'a doğru giderken bulu...